7 Kasım 2015 Cumartesi

Whats App'ta Nasıl Rezil Olunur?

Merhaba Arkadaşlar, Merhaba Sevgili Takipçilerim!
Sayenizde 1255 olmuşuz! Siteme şimdiye kadar 1255 kişi girmiş! Emeği geçen herkese sonsuz teşekkürler canlarımmm! Nasıl mutlu ettiniz beni! Böyle devam edersek seneye 2000 oluruz inşaallah! Bu biraz benim de devamlılığıma bağlı. Ve yine yeni bir yazımla sizlerleyim!

Evet konumuz Whats App. Whats App en meşhur mesajlaşma uygulamalarından biri herhalde. Onunla ilgili yazılar yazıldı, durum mesajları siteleri açıldı. Ve sıra bende. Whats App ta nasıl rezil olunur?

Whats App durumunuza "Uyuyor" yazıp, onu 1 ay boyunca değiştirmeyi unutunca,

Biri telefonunuzu gizlice alıp, profil fotoğrafınızı ve durumunuzu gülünç bir şey yapınca,

Biri gizlice telefonunuzu alıp, durumunuzu değiştirip, altına da kimin değiştirdiğini anlayıp gıcık etmek için altına da adını yazınca,

Çektiğiniz fotoğrafı veya yazdığınız yazıyı yanlış kişiye gönderince,

Profil fotoğrafını seçerken yanlışlıkla gülünç bir fotoğrafa tıklayınca,

Selfie çekinip, arkadaşınıza Whats App tan atacağınızı söyleyip, bir yandan poz verip, diğer yandan gizlice karşıdaki kişiyi çekerken  ön kameranızın olmadığı ortaya çıkınca,

Ön kameranız yoksa selfie çekmeye kalkışıp, saçma sapan çıkan fotoğrafı yanlışlıkla yollayınca,

Havalı olmak için slm yazmak yerine slk yazınca,

Q klavyeyi adınız gibi bildiğinizden klavyeye bakmadan yazdığınızı yazıştığınız arkadaşınıza kanıtlamaya çalışırken klavyenizi F olarak değiştirdiğinizi unutunca,

En sevdiğiniz arkadaşınızın telefonunu isteyen diğer en sevdiğiniz arkadaşınıza kişi atarken o arkadaşınızı "Aşkım" yada "Canım" "Biricik Dostum" olarak kaydettiğiniz ortaya çıkınca,

 Pek çok mesaj geldiğini görüp, daha okumadan "Ayy görmemişim yaa telefonum çok mesaj gelince kendini otomatik sessize alıyor rahatsız olmayayım diye " şeklinde espiriler yapıp, mesajları okuyunca arkadaşınızın size bozuştuğunuzu ilan ettiğini görünce,

Whats App tan acil mesaj beklerken 3 tane reklam mesajı gelince,

Arkadaşınız telefon numaranızı isteyince "Akşama Whats App tan mesaj atıp kendini tanıt da ben de seni kaydedeyim" şartıyla verince, akşam tanınmayan numaradan gelen ilk "Slm" yazan mesaja "Tmm canım kaydettim numaranı" deyip sonradan kaydettiğiniz o numaranın size yanlışlıkla mesaj atan biri olduğunu öğrenince,

₪ REZİL OLURSUNUZ!

Evet arkadaşlar, yazımız burada bitiyor. Bazı maddelerin ince esprileri var, anlamamış olabilirsiniz. Anlamanız için yardımcı olmaya hazırım.




4 Ekim 2015 Pazar

Çarpım Tablosu Sayesinde

Arkadaşlar çarpım tablosu hepimizin korulu rüyası. Veya korkulu rüyasıydı. Aslında çok da zor bir şey değil ama öğretmenin sorması insanda garip ve korkunç bir ruh hali oluşturuyor!!! Evde annem sorunca gayet rahat cevaplayabildiğim bu sorular, öğretmen sorup, sormadan önce "Çat diye bilmeniz gerekir. Bilemeyene eksi vericem" dediğinde korkumuz katlanarak artıyor! Bir de başlarda kalkarsanız ve sizden önceki bilemediyse, bir panik olursunuz ki! Bu yüzden bilseniz bile bu panik sizde çarpım tablosunu zor bir şey olarak algılamanızı sağlar.
Bakın çarpım tablosunun bu korkusu nelere sebep oldu;
+ Evet gördüğünüz gibi sabahın köründe size yazı yazıyorumm!
+ Gece sabaha kadar canımız uykumuzdan feragat edip, o korkuyla durmadan çalışırız!
+ Bu korkudan artık yazılıları çook sevmeye ve kolay görmeye başladım! Çünkü bu benim ilk sözlümdü ve ilk sözlümde bile canım çıktı!
+ Evet doğru okudunuz yazılıları sevmeye başladım!
+ Binlerce çalışma tekniği uydurdum!

Çarpı tablosuna teşekkür mü etmeliyim?

6x7=42

4x9=36

KLAVYEDE NASIL ÇARPI İŞARETİ KONULUR?
Ben bilmiyorum. Küçük iks işareti (x) koyuyorum. Onun haricinde başlat menüsünde karakter eşlem diye arayın. O programı açın ve en alttaki "Aranan" yerine "Multiplication Sign" yazın. Bulduğunuz işareti tıklayın, "Seç" e basın ve kopyalayın. Bu uzun yolu, ben direk iks (x) yazmayı tercih ederim. × Uzun yol ile yapınca bu şekilde oluyor. ×

ÇARPIM TABLOSUNU NEDEN 1. SINIFTA DEĞİL DE 5. SINIFTA EZVERLİYORUZ?
1. sınıfta ritmik saymaları ezverleriz. Buna da çarpım tablosu deriz :-) İşte bu yüzde 5. sınıfa kadar biri bize ne zaman çarpım tablosu sorsa parmaklar kıpırdar, ama biliriz. 5. sınıfta ise artık "büyümüşüzdür" ve "çarpım tablosunda ritmik saymayla zaman kaybetmemeliyizdir". Ve bu yüzden başlarız;
8x7=56
8x7=56

4x5=20
4x5=20

9x8=72
9x8=72

İşte Böyle Arkadaşlar! Yapacak bir şey yok!
Görüşmek Üzere!

10 Eylül 2015 Perşembe

Ann Burnu Efsanesi

Efsanelerden bir efsanedir bu da... Ann burnu da burunlardan bir burun. Neresi dersen, güney kutbunun doğu taraflarında. Görebilirsin aşağıdaki haritada;

Anladığınız gibi, Ann Burnu ünlü bir yer değil. Dahası, küçücük bir yer. En küçük daire ile işaretlidir bu burun. Ama hikayesi de pek ilginç;

Bir zamanlar, Ice (Ays) isimli bir genç yaşardı. Ice: yani buz. Ice ekvatora çok yakın yaşardı. Bu nedenle ülkesi çok sıcaktı. Çocukken büyük zevki, ekvatorun olduğu söylenilen yerde, aslında görünmeyen düz çizginin, dünyayı ortadan ikiye bölen ekvatorun üzerinde yürümekti. Ekvatora basmadan diğer yanına atlamak... Ekvatorun diğer kısmında, uzaklarda neler olduğunu hayal eder, gitmek isterdi. Ice büyüdükçe ismi ile müsemma oldu. Yani, soğuk bir insan değil, buzlara aşık olan bir insan. Dünyanın güneyinde bir sürü buz olduğunu öğrendi. Hayatında hiç buz görmemişti. Gerek buz aşkı, gerek dünyada başka yerde neler olduğu merakı onu oraya çekiyordu. Bu arada Ice, güzeller güzeli bir kıza aşık oldu. Kız da ona ısındı. Kızın adı Ann idi ve burnu da pek güzeldi. Ne kemerli, ne de çok dik... Ice ile evlenmeyi düşünüyorlardı. Ice'ın kalbindeki Ann'e ve buza olan aşkı gittikçe büyüyordu. Ama Ann, denizi sevmiyordu. O, soğuktan da hoşlanmıyordu. Ice, ona bu emelini açıklayınca bu hiç hoşuna gitmemişti. Ice, iki ateş arasında kalmış, ikisine de kavuşamıyor, yüreğindeki iki aşkıyla eriyor, eriyordu. Günün birinde Ice, artık dayanamadı. Gizli gizli kutuplara gitmeye karar verdi ve bir gemi bulup yola çıktı. Bu arada Ann, gizli de gitse onun yola çıktığını öğrendi ve dört bir yana güvercinlerle haber saldı. Güvercinlerin hepsi Ice'ı arıyordu. En sonunda biri buldu ve Ann'ın tehdit dolu mektubunu Ice'a verdi. Ice, çok üzülmüştü. Çünkü Ann, hemen geri gelmezse onu kalbinden sileceğini söylüyordu. Ice, yeniden yanmaya başladı. Ama bu kadar yola çıktığı halde, geri dönemedi ve Ann'ın belki kendisini af edebileceğini düşündü. Yine de yana yana yoluna devam etti. Biri, vazgeçmek zorunda kaldığı Ann'ın aşkıydı, biri de buzulların aşkı. Ice sonunda ilk defa buz gördü. Buzu çok sevmişti. Ama Ann'i unutması imkansızdı. Keşfettiği yerlerden birinin adını Ann Burnu koydu. Buza ayak bastığı anda yeteri kadar kalın giyinmediği için dondu. Donarken bile Ann, Ann diye çığlıklar attı. Buz aşkı Ice'yi öldürmüştü. Ama Ice, ölürken bile aşkı Ann'in adını sayıklamıştı. Manzara içler acısıydı. Tayfaları onu kurtaramayınca acıyı kalplerinde ekvatora götürdüler. Ann, durumu öğrenince ağladı, ağladı. Daha sonra herkes karşı çıksa da, tayfalardan rica etti ve Ann Burnu'na doğru yola çıktı. Yol boyunca ağladı. Hiç susmadı. Ann Burnu'na varınca Ice'ın donmuş bedenini gördü ve Ice, Ice diye çığlık atarak kendini buza attı. O güçlü tayfalar bile durduramadı onu ve aşkını. Ann, gidip Ice'ın boynuna sarıldı. O da yüzünde sevdiğine kavuşmanın tebessümü, oracıkta dondu. Tayfalar, dönüşte kendilerini tutamayıp, ağladılar, ağladılar. Ann ve Ice'ın birbirlerine kavuşma günü 8 Mayıs'tır. Kutuplarda denizin 8 Mayıs'larda gözyaşından kabardığı söylenir. 
Derler ki, Ann Burnu'nda hala birbirlerine sarılmış iki buzdan heykel gibi durur Ann ve Ice.

Vatan Sana Canım Feda

Vatanımız, cennet vatanımız! Vatanımıza göz koyanlar var! Vatanımızı bölmek isteyenler... Her gün şehit haberleri geliyor. Bir gün de gelmese diyoruz... Askerlerimiz, vatanımız için çok... Çok dua etmek. Elbette yapmamız gereken tek şey bu değil. Ne yani, cepheye gidip savaşalım mı diyenler... Gerekirse savaşmaz mısınız? Savaşmak dışında yapabileceğimiz şeyler de var elbette. Devlet gerekeni düşünür, yapar deme, sen de düşünsen, beynin mi çatlar? Normalde böylesine sert konuşmam kimseye, ama bahis cennet vatan olunca... Ne desem az vallaha.
İsrail malı denilenleri tüketmeyi kim bıraktı? İsrail, ülkemize göz diken ülkelerden biri. Biri yalnızca... Onların ekonomisine destek vererek yalnızca zarara uğrarız. Zaten vücudumuz için de zararlı şeyler satıyor. Yavaş yavaş zehirliyor bizi... Böyle şeyler yokken, yani eskiden kanser mi varmış? Bırak tüketmeyi, her hali zarar onların...
Hey sen, elindeki tabletle oynayan, beni dinlemeyen, umursamayan kardeş! O oyunları beynini yıkamak, o mübarek islam duygusunu atmak isteyenler yaptı. Bir nevi tuzak... Sen eğleniyor zannediyorsun da, sonra ruhum daralıyor diyorsun... Ben sildim attım oyunlarımı... Hem beynimi yıkıyor, hem ruhumu zehirliyor yavaş yavaş, hem zamanımı yiyiyor... Çok kurnaz bu oyunlar, çok... Oyun oynamak elbet yararlı, amma... Düzgün oyunlar... O oyunlar beynini aynı zamanda zehirliyor! Onu radyasyona maruz bırakıyor! Doğrusu, sen bırakmıyorum dersen, sil at oyunlarını, silemem diyen, tabletini ver, ben sileyim...
Biz zamane gençliğiz... Milletimizin gelecek umudu. Fatih Sultan Mehmed, daha küçücük bir çocukken İstanbul haritaları çiziyor, nereden çıkartma yapacağını hesaplıyordu... Eee, kaç yıllık padişahların fethedemediği İstanbul'u 21 yaşında böylece fethedebildi... O Fatih Sultan Mehmed'miş, ben sıradan bir çocuğum diyen... O fetih planları yaparken, ondan önce tahta çıkacak iki ağabeyi vardı... O en küçük şehzadeydi... Hem o zaman padişah bile olmamış, saray bahçesinde oyunlar oynayan bir çocuktu... Ama her oynunda, kendini İstanbul Fatihliğine hazırlıyordu. Bizim gibi beynini yıkamıyordu o... Böylece gitti, İstanbul'u aldı... Fatih oldu, fetheden oldu, bunu haketmişti...
Tüm arkadaşların oynuyorsa, daha iyi. Bir iyi davranışı yapabilen tek kişi olarak gururlanmak senin de hakkın olur o zaman. Tabii aşırıya kaçmadan... Yollarda dahi kasıla kasıla yürürüm diyorsan, beynini yıkamaya devam etmen bile senin için daha iyi olur!
Ey kardeş! Vatanı kurtarmak bize mi kaldı deme! Her şeyde demokrasi, neden istediğim olmuyor, devletle ben eşitim diyen halk çünkü. Öyleyse düşünmesi gerekenler arasında da halk var. Vatanı bir kişi kurtaramaz ki... Bakma tarihi yazanlar güçlülerdir, dahilerdir diyenlere. Tarihi yazanlar onlar olabilir ama tarihe adını yazdıranlar birlik olan, imanlı olandır.
Ben de müslümanım, bu yurt benim yurdum! Bu yurt senin de yurdun! Yurduna sahip çık. Önce birlik olmak, çabalamak, inanak, dua etmek... Vatanından dualarını eksik etme, çabala. Ve önce birlik olmak... Unutma, büyük devletler önce savaş açtıkları devletin içini karıştırır, birliğini bozarlar... Şu an yapmaya çalıştıkları da bu... Dayan, boşa çıkar hileleri, korkma o hainlerden,  ben de müslümanım, bu yurt benim de yurdum diye haykır herkese... Ve bağır, bağır, insanları birlik olmaya çağır...

BEN DE MÜSLÜMANIM, BU YURT BENİM DE YURDUM!

Bağır, bağır, cümle alem duyusun sesini. Allahuekber!

BEN DE MÜSLÜMANIM, BU YURT BENİM DE YURDUM!

Korksun düşmanlar, o korkaklar, hainler sesinden...

BEN DE MÜSLÜMANIM, BU YURT BENİM DE YURDUM!

İş başa düştü... Bağır, Bağır, Bağır, titresin arş-ı ala;

BEN DE MÜSLÜMANIM, BU YURT BENİM DE YURDUM!

Bu görev hepimizin... Bu yurt hepimizin... Bu sorumluluk hepimizin... Onlar yenecek tek şey, imanımız ve birliğimiz... Bağır ki, coşsun yürekler;

BEN DE MÜSLÜMANIM, BU YURT BENİM DE YURDUM!

Bağır ki, gelsin Allah'ın yardımı;

BEN DE MÜSLÜMANI, BU YURT BENİM DE YURDUM!

Bağır ki, çağrına gelsin, vatanını seven, iman sahibi tüm yürekler, birlik olsun;

BEN DE MÜSLÜMANIM, BU YURT BENİM DE YURDUM!
BEN DE MÜSLÜMANIM, BU YURT BENİM DE YURDUM!
BEN DE MÜSLÜMANIM, BU YURT BENİM DE YURDUM!

Çalkalansın, inlesin yer ve gök...

22 Ağustos 2015 Cumartesi

Cüzdan Cüceleri

Dün cüzdanımdaki paraların tümünü kahve almaya harcadım!!!!!!!! Cidden. Bak inan bana sevgili günlük, valla harcadım diyorum. Dur dur, pişmiş kahve değil tabi, kuru kahve. Kahve pişirmeyi yeni öğrendim ya! Artık ablam bu yaz her akşam kahve içmek zorunda, ne yapalım kardeşi kahve pişirme deneyimi edinsin! 

Aslında kahve o kadar da pahalı değildi. Benim cüzdanımda az para kalmıştı.Tam 10 tl kalmıştı! Onu kahveye verdim. İnanabiliyor musun sevgili günlük, o son paralarım ne kadar değerli oluyor biliyorsun dimi? Bunları neden sana söylüyorum, çünkü ablama anlatsam "Anlatma da kahve boğazımızdan aşağı insin" der. Nasıl yani ben konuşurken kahve öylece boğazında mı kalıyor?!?! Anlamadım gitti. O zaman ablam boğulur eyvahhh! Neyse ben de dedim sana anlatayım. Ama ablam bunları okursa öyle bir sinirlenir ki, sakinleşmesi için hemen akik taşını getirmek zorunda kalırım. Ablam akik taşının sakinleştirici etkisini öğreneli beri, sinirlendi mi hemen akik taşını alır eline sakinler. Yani şöyle;


-Iıııh! (Ablam sinirlenince böyle yazıya geçirebileceğim, hani karetecilere benzeyen sesler çıkarır) Akik taşımı verinnn, Aslı akik taşımı getir çabuuuuk! Aslı şimdi kafana indiricem bak çok sinirlendim sinirim artıyo! Bana akik taşını vermezsen bir öfke bombasına dönüşebilirim! Akik taşımı verin, verin, verin ça... Ohhhh! (Ablama akik taşını verince buna benzer bir ses çıkarır. Hayır canım, akik taşı değil ablam çıkarıyor bu sesi)  

Böyle bir şey olabilir.

Ay neyse!

Bu arada yalan gibi olmasın, cebimdeki tek para 10 tl değildi. İki tane 1 tl'em ve kuruşşlarım vardı. Elliler, yirmi beşler, beşler ve onlar. Onlar mı kim? Tabii ki de cüzdan cüceleri!

Ablaların asla harçlık vermediğini biliyor muydunuz? Eğer ablanızla aynı evde yaşıyorsanız ve anne-babanız aynı işte çalışıp, yurtdışına her biri aylar süren iş gezilerine çıkmak zorundaysa, o zaman yandınız demektir! Çünkü anne-babanızın uzuun sürede bir posta ile gönderdiği paradan kendi payınızdakilerden aşırabildiklerinizle (Aşırabildiklerinizle diyorum çünkü ablalar onda sizin payınızın da olduğunu akıllarına bile getirmezler, akıllarına bir uğrasa bile uzaklaştırırlar.) ve anne-babanızın geldiklerinde verdikleri ufak bir miktarla yetinmek zorundasınızdır. 

İşte böyle çocukların ceplerine cüzdan cüceleri yerleşir!Cüzdan cücelerinin amacı para üretmektir! Var olan paraları dilimleyip, özel yapıları sayesinde hamur gibi açarak gerçeğinden farksız bir para haline getirirler! Bir parayı dört paraya çevirebilirler! Bunlar hayal değil sevgili günlük, gerçekten! Yoksa düşünsene benim gibi bir çocuk, nasıl kendine en kalitelisinden bir fotoğraf makinesi alabilirdi? Cüzdan cücelerinin fotoğrafını çekmek istemedim, fotoğraf birinin eline geçerse bu kişi fotoğraftakilerin gerçek halini isteyebilir ve deneyimlerime göre cücelerime el koyarak onları bilim adamı bilim adamı, gazete bürosu gazete bürosu gezdirirler. Ve onları kesip biçebilirler, içlerindekileri görmek uğruna! Bir keresinde balkonda tamı taına 12 bacaklı bir tırtıl bulmuştum. Onu beslemiş ve onunla arkadaş olmuştum. Ona pek çok şey öğretmiştim ve annemlere göstermiştim. (O sırada annem ve babam İtalya gezisinden dönmüşlerdi) Babam onun yeni bir tür olduğunu söyleyip elimden almıştı, onu bir daha görmedim. Bir pazar sabahı gazetede (pazar sabahları gazete lıyorum. Ablam pazar günleri kahve içmeme izin veriyor. Ben de  "12 bacaklı türün içinden PROF. DR. KOLGEZEN-BÖCEK BİLİMCİ'nin alyansı çıktı" diye bir altbaşlık görünce, tırtılıma yapacaklarını yaptıklarını anladım.

Ay konu gene nereye geldi dimi sevgili günlük!

İşin doğrusu cüzdan cücelerinden bahsediyorduk. Cüzdan cüceleri üzüme bayılır! Onlara her gün üzüm yediriyorum. Cebime attığım üzümler anında bitiyor. Üzüm biraz pahalı olsa da değmez mi günlük! Sonuç olarak günde yarım salkımdan fazla yemiyorlar.Ayrıca cebimdeki para dört katına çıkıyor her gün, çok mu?

Cüzdan cücelerinin cüzdanımda yaşşamasından o kadar memnunum ki! Arada bir cüzadanımda kıpırtılar hissetsem de alıştım artık. 

Neyse günlük baybay! Gelişmelerden haberdar ederim.

2 Ağustos 2015 Pazar

Köşe

Bir gün telefon rehberimde, uzun zaman yoldaşlık ettiğimiz Ece Hanım'ın numarasına rastladım. Ece Hanım, oldukça iyi kalpli biriydi, yalnızca bir kötü alışkanlığı vardı; sigara içmek!

Ece Hanım'ın nur topu gibi iki yavrusu vardı. İsimleri; Ceren ve Yaren. Tatlı mı tatlı, her insanın sahip olmak isteyeceği gibi, oyunbaz, neşeli iki çocuklardı. Ece Hanım'ı ise sigara konusunda defalarca uyarsam da bir kâr etmiyordu.

Numarayı çevirdim, onun sesini duymak bana iyi gelmişti. Pazar günü ufak bir cemiyetleri olacakmış; yengesinin oğlunun nişanı. Bir aile apartmanında oturuyorlarmış, bodrum katı da oldukça genişmiş. Cemiyet burada olacakmış, davet etti. Hem de görüşmüş oluruz dedi defalarca, çok ısrar edince gitmeye karar verdim.

Cemiyet için gittiğimde hem bodrum katın, hem arka bahçenin, hem kapının önünün tıka basa dolu olduğunu gördüm. Gelinin babası ünlü bir iş adamıymış. Kızın annesiyle tanışıp, "Hayırlı Olsun" dileklerimi ilettim. Ece Hanım'la da onunla da, Ece Hanım'ın yengesiyle de sohbetimiz bayağı koyulaştı. Bu arada birlikte oynaşan Ceren ve Yaren'i arada sırada kucağıma otutturuyor, onları seviyordum.

Gecenin ilerleyen saatlerinde içecek ikramı yapıldı. Hemen arkasından bir grup insan kalacağı yere dönmeye başladı. Salon boşalınca ve bütün oyunları bitince, Ceren ve Yaren sıkılmaya başlamışlardı. Az sonra Ece Hanım da izin iseyip;
-Ben şu köşeye kadar gidip geleyim, dedi.
Ev halkı, bunun sigara içme saati olduğunu anlamışlarsa da, Ceren ve Yaren önceden hep gizlice sıvışıldığından bunun anlamını kavrayamamışlardı. Hem de canları sıkıldığıdan;
-Anne biz de gelelim biz de lütfen, dediler.
Ece Hanım kem küm ederek onları başından savmaya çalışsa da çocuklar ısrarcıydı. En sonunda,
-Olmaz, diye kestirip attı.
Çocuklar sıkılgan sıkılgan oturdular bir köşeye. Ben de neşelerini yerine getirmek için Yaren'e yanaştım ve ona dokunarak;
-Ebe, dedim.
Bu onların keyfini yerine getirmişti. Gülüşerek ve çığlık atarak birbirlerini ebeleyip durdular. Yorulunca, bir köşe iliştiler ve nefeslendiler.

Ece Hanım, sigarasını içmiş, kendi rahatsız olmasa da kokusu geçsin diye üzerine parfüm şişesini boca etmiş gelmişti. Annelerine bakınca ikisi de, akıllarında bir şimşek çakmış gibi birbirlerine baktılar. Sonra Ceren kalktı ve;
-Ben köşeye kadar gidip geliyorum, dedi gülerek ve Yaren de onu kapıya kadar geçirdi. Kalkıp baktığımda;
Ceren dışarı çıkıp azcık yürüyor ve sonra koşarak gülerek içeri giriyor. Bu sefer Yaren aynı şeyleri yapıyor. Beraber gülüşüyorlar.

Şok olmuş bir biçimde Ece Hanım'ı ve diğer yanımızda oturanları çağırdım. Ece Hanım, utanarak içeri kaçtı. İki çocuğun oynunu bölmek istemesem de, onlara uzaklaşmamalarını söyledim. Ancak onlar oyuna kendilerini o kadar kaptırmıştı ki, dinlemediler bile. Ben, mecburen köpeklerin geleceğini söylediğimde birden havlamalar birbirine karıştı. Ceren ve Yaren havlıyordu. Güçlükle onları oyunlarından vazgeçirip beraber içeri girdiğimizde, Ece Hanım hayatında belki de ilk defa sigarayı bırakmaktan bahsediyordu.

31 Temmuz 2015 Cuma

Ağlayan Çınar

Bir çınar görmüştüm ben, insanlar ona ağlayan çınar diyordu. O da gayet neşeli bir çınardı, fakat ağlıyordu. Ağlama sebebi çok... Yıllarca nice olaylar görmüş. Geçmişe yanmaya gerek yok... Derdi fakat, ağlıyordu. Yılların yorgunluğuyla, bir pınar fışkırmıştı çınarın kalbinden, o ağlamazdı, üzgün de değildi. Aslında her canlının kalbinde pınar vardır, diyordu. Önemli olan, açıkkalpli olmaktır. Bir canlının kalbinde herkese, herşeye yer vardır. Yeterki açsın kalbini. Ve böylece fışkırsın pınarları. Yaşlı çınar, tecrubeli ve bilgiliydi. Kalbini açmanın kolay bir şey olmadığını da biliyordu.

Çınar, yılların şahidiydi. İnsanlar, bir dile gelse, kim bilir neler anlatır, dese de, o dile gelmişti zaten. Yıllardan beri de öyleydi. Aslında tüm canlılar konuşuyordu. Ama insanların çoğu, dinlemeyi bilmiyordu ki!

Ağlayan çınarın bir de efsanesi vardı. Ona belki de bu efsane ağır geliyordu. Doğru olmadığını biliyordu çınar; o ağlamıyordu zaten! Ağaçlar konuşur elbette, ama ağlamazlar onlar! Ağaçlar mutludurlar, onları üzseler bile, kendi yaşamlarındaki ufak mutlulukları yeter onlara. Bir ağaç için en büyük acı ise terkedilmek! Kuşlar bile terkederse ağacı; Ağaç, son bir yaşama gücüyle bağlanır dünyaya. Ancak asla bir ağaç tamamen terk edilmez. Onların hep bir yoldaşı vardır, ağaçlar terk edilecek gibi canlılar değillerdir! Bir ağacı kesseler bile o ağaç ölmez aslında, insanlara yararlı olduğu için sevinir hatta.

Ağlayan çınar, yıllarca yaşamıştı. Belki yıllarca daha yaşayacaktı. Geçmişle gelecek arasında bir köprü olacaktı Geçmişin müjdesini bugüne, bugünün çağıltısını yarınlara ileterek, mutlu bir biçimde, kalbi herkese açık, anlayana seve seve anlatarak, yıllara direnerek... Daha yıllarca yaşayacaktı. Evet evet, bu onun için büyük bir mutluluktu.

İşin doğrusu, çınardan ilk defa farklı bir biçimde bahsetmek, bana da iyi geldi. Çünkü, dallarıma konan kuşlara, yanıma gelen ve dinlemesini bilen insanlara, yakınımdan geçen kedilere, köpeklere,üzerime yuva yapmış kumrulara, hatta dibimde biten muştulu bir ota anlatırdım hep onu, anlatırken de elbette ondan "ben" diye bahsederdim...

30 Temmuz 2015 Perşembe

Bayan Q ve Biz

Bayan Q, mahallemize 2 yıl önce taşınan İngiliz hanım. Yalnız başına yaşıyor ve şaşılacak derecede harika türkçe konuşuyor. Türkçeyi bir mektup arkadaşlığı sitesinden öğrenmiş-amma da ilginç! Türkçe öğrendikten sonra, Türkiye hakkında bir araştırma yapmış, bu sefer Türkçe sitelere girmiş. Ve Türkiye hakkında bilmediği bir çok şey öğrenmiş-öyle diyor. Daha sonra da çok beğendiği Türkiye'ye taşınmış işte. Çok olağanüstü bir hikayesi var.

Bayan Q'nun asıl adı Cherrybl'mış. Cherrybl Q. Cherrybl'ın kiraz çiçeği demek olduğunu söylüyor; Cherry Blossom'ın kısaltılmışı olduğunu zannediyoruz. İngiltere'de herkes birbirine soyadıyla seslendiği için, ona Bayan Q olarak seslenmemizi istiyor-bence Cherrybl da oldukça güzel bir isim.

Bayan Q, sakin mahallemizin bir sakini, işin doğrusu pek de sakin olduğu söylenemez. Evden çıkma konusunda muazzam bir isteği olduğunu söylüyor, evde durduğu pek görülmüyor zaten. Türkiye'yi keşfetmek~keşfetmek~keşfetmek istiyormuş ve bunun için de evde durmak istemiyormuş. Bayan Q'nun günleri, hiç de sıradan geçmiyor yani.

Bayan Cherrybl Q, sabah erkenden uyanıp, ekmek almaya gidiyor. Aslında bizim mahallede olan fırına, bisikletiyle yolu uzatarak ulaşıyor. Önce aşağı mahalleye, aşağı mahalleyi turlayıp yukarı mahalleye, yukarı mahalleyi turlayıp bizim mahalleye, bizim mahalleyi turlayıp fırına. Bu sabah gezilerine bayıldığını söyler durur, her sabah kedilerin, köpeklerin, yeni uyanan insanların, kuşların, böceklerin hatta bitkilerin hareketlerini görmek hoşuna gidiyormuş. Bazen için acaba bitkiler de mi sabah sporu yapıyor diye düşünüyorum. Bir de köpekler sabah temizliği yaparken yalnızca g t y ve u harflerinden oluşan değişik sesler mi çıkarır diye. Anlayacağınız, Bayan Q hafif kaçık bir kadın. Bu yüzden biz çocuklar onu çok severiz-o da bizi.

Bayan Q, bisiklet turundan eve dönmeden önce alışverişini yapıyor. Bu alışverişe sabah alışverişi diyor. Aslında öğle alışverişi, ikindi alışverişi, akşam alışverişi yaptığı yok. Yalnızca sabahları-ama her sabah.

Bayan Q'nun evinde yemek masası yok, ufak piknikler düzenlemeye bayılır o. Sabah, alışverişlerini ve ekmeğini alıyor, birinin evine misafir olarak gidiyor, "Bu gün kahvaltınız benden" diyor ve alışverişleriyle kahvaltı hazırlıyor. Sonra da birlikte kahvaltı ediyorlar, işte hazır!

Kahvaltıdan sonra masayı da topluyor Bayan Q. Daha sonra da Jale Hanım Teyze'nin kızı Su'yu okula bırakıyor-mahalleli büyükler ona güveniyor. Eğer birinin annesi çocuğunu okula bırakamayacak kadar meşgul olursa ya da servisle giden biri servisini kaçırırsa, Su'yla birlikte onu da okula götürüyor Bayan Cherrybl Q. Okula kadar birlikte yürüyor. Bu yolculuklar genellikle eğlenceli geçiyor-bazılarımız Bayan Q ile birlikte okula gitmek için bilerek servisi kaçırıyoruz. Bayan Q, eğlenceli bir kadın, bizi hep eğlendiriyor. Hem de servis arkadaşlarımızdan da çok.

Bayan Q, bizi okula bıraktıktan sonra evine dönüyor, ama yalnızca bisikletini alıp hemen dışarı çıkıyor. Onun arabası yok, yalnızca bayanlara özel tasarlandığı üzerinde kocaman yazan bir dağ bisikleti var. Bayan Cherrybl Q, bu aşamada geziyor. Ormana, bisiklet yoluna, mahalle parkına, avm'lere, kaykay gösterilerinin yapıldığı bir meydana hatta bazen Şehir Akvaryum Müzesine bile gidiyor. Bu gezileri de tamamladıktan sonra, kısa bir süreliğine evine geçip, "harika atıştırmalıklar fırınlıyor". Bu atıştırmalıklar her şey olabiliyor; renkli pet bardaklarda ikram edilen makarna salataları, üzeri şekerlemelerle süslenmiş kurabiyeler, paketlenmiş, kavrulmuş çerezler, ufak hamburger ekmeklerine hazırlanmış sosisli sandviçler, çikolata soslu mini kağıtlı kekler ve daha neler neler yapabiliyor Bayan Q!

Daha sonra bizi okuldan alıp, yürüyerek mahallemize getiriyor, bu aşama çok eğlenceli-bize göre de ona göre de. Böyle zamanlarda sokakta oynarız, Bayan Q da jet ski kursuna gidiyor. Kulağa çok saçma geldiğini biliyorum ama Bayan Q, daha ilk haftasından itibaren Jet Ski ustalarına taş çıkarmaya başladı!

Çok gecikmeden evine geliyor Bayan Cherrybl Q. Biz de evine dönmesini dört gözle bekliyoruz-biraz oburuzdur da. Ama Bayan Q'nun harika atıştırmalıklarına dayanmak ne mümkün! Onunla birlikte o harikaları yiyoruz. Daha sonra Bayan Cherrybl Q, atıştırmalıkların tepsisini evine götürüyor ve geri geliyor. Oyunumuza katılıyor, bize İngiltere'deyken büyük kuzeni Ellie'den öğrendiği fıkralar anlatıyor, bilmeceler soruyor. Sıklıkla eğlenceli etkinlikler düzenliyor. Bu etkinlikler, bisiklet turları, piknikler, aquapark gezileri, "Meraklısına Yatak Düzeni" adlı bir kitaptan yatak düzeni dersleri, hiç ilgisi olmasa da histoloji çalışmaları yapılan yerlere düzenlenen seyahatler, voleybol oynarken yeni kelimler öğrenme antremanları, dondurma yerken denizde en çok taşı kim sektirecek yarışmaları, kitap okuma saatleri, tiyatro ve sinema etkinlikleri izleme vb. ile oldukça güzel zamanlar geçiriyoruz-hepimizin bunun için izni var.

Bu eğlenceli vakitlerin ardından Bayan Q, bisikletiyle akşam yemeği almaya gidiyor, annesinin ve babasının keyifleri yerinde olan kişiler, ona eşlik etme izni alıyor. Bisikletlerini kapıp gidiyorlar, Bayan Cherrybl Q, kendisine eşlik eden birisinin bisikleti yoksa, sanki ne kadar düşünceli olduğunu kanıtlamak ister gibi, o akşam yürümek istediğini söylüyor.

Bayan Q, akşam yemeğini genelde evinde yer, bazen pikniğe gittiği ya da fazladan yiyecek alıp, bir ailenin akşam yemeğini karşıladığı oluyor elbette. Geceleyin de evinde yatmayı tercih ettiğini biliyoruz, ama yine de kamp yapmayı seviyor. Birinin evine kalmaya gitmekten hoşlanmıyor, ama tabii ki yük olmak istememesinden bu.

Onun en büyük hayali karavan almakmış. Bir de bisikletiyle Türkiye'yi dolaşmak. Karavan alınca bizi arkasına atacakmış. Hep beraber Türkiye'yi dolaşacakmışız. Annemin izin vereceğini sanmıyorum. Hem, Bayan Q'nun ehliyeti olup olmadığı bile belirsiz.

Bayan Cherrybl Q, oldukça iyi biri. Çok da eğlenceli, insanın onun yanındayken sıkılması imkansız.Onu çok seviyoruz-onun harika atıştırmalıklarını yemeyi, sabah kahvaltısına ya da akşam yemeğine bize gelmesini, okula birlikte gitmeyi ve okuldan birlikte dönmeyi, düzenlediği etkinliklerle eğlenmeyi, yemeğini almaya giderken ona eşlik etmeyi- her şeyiyle seviyoruz Bayan Q'yu. Ama düşünüyorum da, sanırım en çok sevdiğimiz şey, Cumartesi günleri onunla beraber Jet Skı yapmak...

Hoşçakalın!

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Aklımdan Geçip Gidenler

Kayıp gidiyor kelimeler, ortaya şiir çıkana dek.
Bu şiiri yazmak için sarfedilen onca emek.
Anında yazıyorum, durmuyor parmaklarım.

Şiir ayrı bir dünya, aklından geçenler ve sen,
Herşeyimizi saklayan DNA, şifresi ve gen.
Psikoloji denilen o ilginç şey ve bilinçaltı.

İlginç duygular içinde yüzmek deneyimi,
Bu şeyi şiir yazarken, denemeye değer mi.
Okuyun, dinleyin, anlayın duygularımı.

Ay doğar kalbinize bazen, bahar gelir,
Mutluluk kaplar, her bir zerreniz sevinir.
Yaz yağmuruyla sırılsıklam olmak gibi.

Güneş en neşeli ışıklarını yolluyor,
Işıltı dolu her yer, her şey parlıyor.
Aydınlık ne güzel bir nimettir.

Birbirine bağlı olan kalpler,
Onları bağlayan şey, görünmez ipler.
Sevginin gücüne göre sağlamlaşırlar. 

Asıl bir konu varsa, her şey fani,
Cennette mevcuttur bu güzellerin en güzeli.
Ebedi mutluluk, huzur ve cennet müjdesi.


24 Temmuz 2015 Cuma

Origami Sergim

Origamiiiii!!!!!
Bu eğlenceli bir uğraşın adı.
Aynı zamanda origami, bir spor türüdür.
Zihin sporu :-)






Origami maceram BUTGEM'de başladı.

BUTGEM'in origami kursu ile oldukça çok origami yaptık.

Ve bu iş çok hoşuma gitti.



 
Origami, kağıtları katlayarak ve katladıklarımızı gerektiğinde birbirlerine sokuşturarak tutturup, harika şekiller elde etme sanatıdır.




 Origami yapmak için bir kitap ya da bilen biri yeterli olur.
Kat Kat Katla Eğlenceyi Yakala; Origami, öğretmenimin tavsiyesi olan kitap.                                            

                                                   




Origaminin çok çeşidi var. Bunun için öğrenenlerin aklında tutmaları biraz zahmetli. Bunun
için sık sık tekrar etmeli gerekebilir. Veya unuttukça bir kaynağa bakıp,
hatırlamak da bir yol.



İşte bizim kursta yaptığımız origamiler;



UÇAK
Uçak çok yaygın olsa da, çok fazla çeşidi olduğundan geniş bir konudur.

 GEMİ
Gemi de en çok bilinen ve en kolay origamilerden biridir.

TUZLUK
Tuzluk, aynı zamanda harika bir oyun aracı olan kolay origamidir.

KURBAĞA
Kağıttan kurbağa, oldukça orjinal. Arka kısmına basınca zıplıyor.



BALIK
Birden fazla balık yapımı var. Biz yukarıda resmi olanı yaptık. Bu şekli bir kağıdı yalnızca katlayarak ürettik. Sadece kuyruğunda ufacık bir yerde kesme var.



ŞAPKA
Başka şapkalar da var. Biz üstekini, yani viking şapkasını yaptık. Yapımı balığa benzemekte. (Ya da balığınki buna)


KUTU
Kutunun yapımı biraz zor, ama çok kullanışlı ve sağlam oluyor.Zaten iyice anlaşılınca kolay geliyor.


İSPANYOL KUTUSU
İspanyol kutusunun adı neden böyle bilmiyorum ama görünüşü şekerliğe benziyor. Çok fazla bir şey alamaz ama güzel. Ayaklarının üzerinde durarak hoş bir görüntü sağlıyor.



DÖNERYÜZ
Döneryüz origamide bir oyuncaktır. Yapımını kavraması zordur ama kavrayınca gerisi çok kolaydır. Döneryüz yapıldıktan sonra belli yerlerden öne, geriye vb. katladıkça ağzı ve gözü değişir.



YILDIZ KUTUSU
Yıldız kutusu, harika bir kutu. Üstelik içine pek çok şey sığabilir. Görünüşü de çok güzel. Yapımı zor sayılmaz.


KÜÇÜK KÜP
Bu küpü kağıtları BİG FUN CUT denilen bir aletle, kalıplarla kesip, iki rengi birleştirerek kolayca bu şekil elde edilebilir.


 TOPAÇ
Bu topaç, üç kağıttan oluşuyor. Yalnızca katlayıp, katlayarak oluşturduğumuz ceplere sokarak oluşuyor. Gerçekten de dönüyor.


KÜP
Bu küp, altı adet dikdörtgen kağıttan oluşuyor. Bu kağıtları katlayarak cepleri ve kulakçıkları olan parçalar elde edilir. Bu kulakçıklar ceplerden geçirilerek hazırlanır. Göz korkutmak gibi olmasın ama, bu birleştirme aşaması beyninizi çok yoruyor.


TURNA
Turna kuşu, japonlarca barışı anlatmakta. Yapımı çok eğlenceli. Japonlar 1000 tane turna kuşu katlayanın dileğinin kabul olacağına inanıyorlar. Turna kuşu origamisiyle ilgili bir efsane bile var: Sadako ve 1000 Turna Kuşu



OLUKLU KARTONDAN AYICIK
Oluklu kartondan ince şeritler kesip, bunları sararak yukarıdaki kardan adam gibi bir ayıcık oluşturulur. Kartonun özelliğinden dolayı çabuk yapışmayabilir.


KARTPOSTAL
Bu kartpostalı yapmak için, bir kartonu ortadan ikiye katlayıp, BİG FUN CUT ile kesmeniz, yine BİG FUN CUT ile çıkardığınız  bir kalıptan çiçeği, kartondan şeritlerden üç yaprağı sarmanız gereklidir. Kartpostalı tamamlamak için, içine bir karton daha yapıştırmalısınız.


DİNAZOR YUMURTASI
Dinazor yumurtasında bir balonu şişirdik. Çevresini tutkalla v kağıtlarla kapladık. Balonu çıkarınca harika bir görüntü oldu.


ÇERÇEVE
Bu çerçeveleri evalardan yapıyoruz. BİG FUN CUT ile ortasını kesiyoruz. Süslemek için de BİG FUN CUT'tan çıkardığımız kalıplara başvuruyoruz.



NİNJA YILDIZI
Yapımı oldukça basit. Bir karenin iki farklı renkteki yarılarından yapılıyor. Gerçekten de süzülebiliyor.


ÇANTA
Bu çantayı BİG FUN CUT'dan çıkardığımız kalıpları yapıştırarak hazırladık.


PAPATYA
BİG FUN CUT'dan çıkardığımız kalıpları sararak bu papatyayı hazırladık.


PRİZMA
Prizmayı yaparken 12 kare kağıt kullandık. Bu kağıtları hazırlaması kolay ancak geçirmesi zor.




Origamiyi kağıdı bulan çinliler bulmuş ama Japonya'da geliştiği için japonların bulduğu yayılmış.



Dünyanın en küçük origamisi 6 mm.lik bir kağıttan yapılmış bir turna kuşu. Boyu 4 mm. Ben 1 cm.'lik yapabildim.

Origami Sergimiz Bu Kadar!
Yine Bekleriz!



30 Haziran 2015 Salı

Düşünüyorum, Öyleyse Varım

Düşünüyorum...
Sen de bir canlısın, onu bil, diğerlerini boş ver diyenlere inat, dolu veriyorum.
Bizde gelen müşterileri boş çevirmek olmaz.
Müşteri de ki? demeyin.
Onlar, tabii ki aklıma gelen sorular.
Beni biraz olsun tanıyorsanız, aklıma gelenleri bırakmayacağımı bilirsiniz.
Bir çözüm bulmadan...

Düşünüyorum...
Baba küçükken sürpriz yumurtanın küçük, yuvarlak yumurtalarından kukla yapmış.
Pek sevmişim onu.
Hala seviyorum.
O sizce canlı mı?
Düşünmeye değmez demeyin, bir düşünelim.
Belki de sonuç bizi şaşırtır.
İtiraz edenler de yorumlara buyursun.

Düşünüyorum...
Acaba canlı mı o kukla?
Geriye gitme tekniğini kullanalım.
Yani yapıldığı şey, onun yapıldığı şey... diye gidecek.
Sürpriz yumurtacık plastikten yapılmış.
Plastik, petrolden.
Petrol bir fosil yakıt.
Fosil yakıtlar fosillerden ve fosillerin bulunduğu tortul kayaçlardan oluşmuştur.
Kayaç?
Taş diyebilir miyiz sürpriz yumurtanın ham maddesine?
Bence evet.
Taşa da hemen cansız demeyin.
Biraz düşünün.
Taşlar peygamber efendimizin (s.a.v.) elinde zikir yapmışlar.
Onlar da canlı? :-) :-)
Yaaa.
Şimdi bence o kukla canlı.
Bir şeyin canlı olması için canlılık özelliklerini illa göstermesi gerekmez.
O şeyin bizi duyması, görmesi, kayıt altına alması ve ahirette şahitlik yapacak olması yeter!!!!

Düşünüyorum...
Ben kimim?
Dünya yoktu.
Allah (c.c.) evreni yarattı.
Evrende dünyayı, güneşi, güneş sistemini donattı.
Dünyada yaşam yoktu.
Var mıydı?
Dünyada taşlar vardı.
Ama onlar henüz canlı değildi.
Çünkü kayıt altına almıyorlardı.
Sonra suda yaşam başladı.
Mikroskobik canlıları yarattı Allah (c.c.).
Hala su ve taşlar canlı değildi.
Sonra dinazorlar yaratıldı.
Onlar öldüler.
Sonra insanlar geldiler.
Yıllarca onlar hüküm sürdüler.
Hz. Adem ve Hz. Havva'nın soyundan gelenler, bizdik.
Biz insanlar.
Biz, maymunların soyundan gelmedik.
Bence evrimciler, daha sonra kendi soylarından gelecekler için böyle konuşuyorlar!
Sonra, o insanlar çoğaldılar.
Zeki olanları çıktı aralarında.
Çok şeyler icat edildi.
Birinin adı, bilgisayar.
Birinin adı, internet.
Sonra, insanlar çoğala çoğala, kocaman evlere ihtiyaç duydular.
O evlerin biride de küçücük bir kız var.
Bilgisayarın karşısında, internette bloğu www.madeinbursa.blogspot.com.tr ye yazılar yazıyor.
Ben oyum.

Düşünüyorum...
Ben benim, sen sensin, o da o deyip bırakmıyorum.
Ben bensem eğer, sen neden bana sen diyorsun?
Halbuki ben benim.
Hem sen kendine ben diyorsun.
O zaman kim ben.
İngilizler bu işi hemen çözmüşler.
Ben koymuşlar çocukların adını.
Aslında bu bir beyin aldatmacası.
Ben, sen, o falan, isim değiller.
Onlar özneler.
Onlar, nitelememizi sağlıyor.
İsmin yerine kullanılıyorlar, yani zamirler.
Ama şu var ki, ismin yerine kullanılan bir şey isim olmalı değil midir?

Düşünüyorum...
Düşünüyorum.
Öyleyse var mıyım?
Gerçekler acıdır.
Öyleyse dilim neden yanmıyor?
Şimdi bu yazıyı okuyanlardan dayak yiyeceğim.
Orucum bozulur mu?
Aslında herkes doğuştan renk körü olabilir mi?
Bu cümleyi düşünelim.
Doğuştan renk körü olanlar, her rengi farklı görürler.
Yani kırmızı rengi mavi,
Moru yeşil görebilirler.
Telefonumuzun negatif kamerasından bakmak gibi.
Ama onların hepsi, aynı rengi  aynı farklı renk olarak görmüyorlar.
Negatif kameraların hepsi aynıdır, onlarda öyle değil.
Ama doğuştan renk körü olanlar?
Diyelim ki doğuştan renk körü olan biri var.
O, gerçek kırmızıyı, mor olarak görüyor.
Ama, ona başından beri morlar gösterilip, kırmızı denir.
O da, mor rengi kırmızı zanneder.
Böylece sorun çözülür.
Ben de diyorum ki, acaba herkes doğuştan renk körü olabilir mi?
Beyinsel olarak.
Belki de hiçbir şey göründüğü gibi değil.
Bir keresinde beynimiz bizi aldatıyor diye bir video izlemiştim.
Acayipti!
Belki de her şey, beynimizin bizi aldatması dolayısıyla farklı görünüyor.
Biz buna;  göz yanılması deriz.
Nasıl, sizce düşünmeye değer mi?

Düşünüyorum...
Acaba okuyucularım bunu beğenecek mi?

Müşteri, Başımın Etini Yedi!

Müşteriden gelen mail;

Gönderen; ablanızes@gmail.com
Konu; Ava

Ayvanız var mı. Ben eslem.

Satıcının Cevabı;

Konu;Ayva

Merhaba,
Eslem Hanım ayvamız yok. Teşekkür ederiz.

Müşteriden gelen mail;

Konu: AY CANIIIIM!

Canım benim ben öyle teşekkür etmeyle bırakacak insan Mıyım? hE? Tipim benziyo mu? He tipim derken sen beni görmedin demi ? Ben sana foto gözdereyim. Bak başka hangi ürinler var saysana bi.Ben seni çok sevdim alışveriş yapmadan bırakmam yAAA İŞTE böyle biriyim bennnn! Aslında beni adım mahmut ama o erkek isimi ya aslında ben herkese eslem diye tanıtırım. çünkü küçükken hep adım eslem olsun isterişim. Biir de Aslı olsun istermişim o yüzden aslı da diyebilirsin. Fark etmez.
Ayyyy canıııım seni çok sevdim sana yavrum diyebilir miyim..
Taam taam şaka yaptım sormama gerek yoktu yavrum.
Bana sakın yanlış ürün gönderme olur mu yavrum he canımmmm. Zaten sen yüzü gözü açık birine benziyoon benim annebabaannem falcıymış geni geçmiş iyi bir geleceğin olacak alnından okuyabiliyorum....
Ayyyy doğru ben senin tipini  görmedim. yalan söylediğim ortaya çıkmaz inşaallah ay ne dedim ben ayyyy ağzımdan kaçırdım annebabaannemin falcı malcı olmadığını. aY DOĞRU malcı diye bir meslek yoktu demiii. unutmuşum özür...
Ayyyy konu dağıldı. ALIŞverişTen bahsediyoduK. Ayyyy çok fazla mı ayyyy dedim ben bugün yaaa.
Ben sevdi seni.... Bb

Satıcının Cevabı: (Artık sabrı kalmamış herhalde, okudukça bitmiş olmalı)

Konu: Eslem Hanım biraz konuşmamız gerekiyor

Merhaba,
Öncelikle demişsiniz ki alışveriş yapacağım. Bir teşekkür ile bırakmam.
Memnun oluruz ama alışverişinizi siteden yapmanızı tavsiye ederiz.
İkincisi zaten biz herkese doğru ve sipariş ettiği ürünün defosuzunu
yollarız. Beğenmediği takdirde iade garantimiz var.
Üçüncüsü, sizin asıl adınızın Mahmut olması umrumuzda değil. Siz kendinizi
nasıl tanıtırsanız biz sizi öyle tanırız.
Dördüncüsü, böyle her karşınıza gelene yavrum derseniz tüm dünyayı evlat
edinmiş olursunuz, daha hiçbirinin adını bilmeden.
Beşincisi; Size ürün göndermemiz için başımızın etinizi yemenize ve sizi
annemiz kadar tanımamıza, alnımızın açık olması için sizin aslında falcı
olmayan annebabaannenizin genleriyle bunu anlamanıza gerek yoktur.
Altıncısı; YALANLARINIZI KALE ALIMIYORUZ! SİTEMİZDEN ALIŞVERİŞ YAPARSANIZ
DA, ASLI VEYA MAHMUT ADINIZLA YAPINIZ. YOKSA SİZİN GİBİ BİR YALANCI,
GEVEZE, PİSLİĞE HİÇBİR ŞEY SATMAYA NİYETİMİZ YOK!
İyi günler!







18 Haziran 2015 Perşembe

Ramazan Baharı

Allahuakbar Allaaaaahuakbar...

Okunuyor ezan,
Açılıyor oruçlar.
Kalplerde sevinç,
Gönüllerde huzur var.
Takvime bahar gelmiş,
Bize her Ramazan bahar.

Hilali, dolunayı başka,
Gündüz güneş başka parlar.
Sissiz, sessiz gökyüzünde,
Her gece yıldızlar ışıldar.
Takvime bahar gelmiş,
Bize her Ramazan bahar.

Güler gözlerin içi,
Gönülde çiçekler açar.
Kalpler sevgiyle attıkça,
Allah aşkı ile dolar.
Takvime bahar gelmiş,
Bize her Ramazan bahar.

Bahar kelebeği bayram,
Şakıyıp duruyor kuşlar.
Gönüllere huzur verir,
Çiçekler zikrederek açar.
Takvime bahar gelmiş,
Bize her Ramazan bahar.




15 Haziran 2015 Pazartesi

Karne Hakkında Söylenebilecek Her Şey

Alınıyor notlar,
Havada uçuşuyor yazılılar.
Kimisi takdir alıyor,
Kimi bir puanla kaçırıyor.

Bunaldı öğrenciler yazılılardan,
Sıkıldılar sınav olmaktan.
Tatili hak ettiler,
Bir güzel dinlenmeliler.

Öğretmenler, öğretmenler,
Vermeyin tatile ödev.
Yeteri kadar çalıştılar,
Bu dönem çok yoruldular.

Karneler güzel gelsin,
Kalmasın 99,50'ta.
Öğretmenlerim, lütfen,
Çıksın o not tam nota.

Bazı öğretmenler kayırır,
Verirler sözlüye 100'ü,
Bazı öğretmenlerin notu kıttır,
Basarlar 50'yi, 30'u.

Önemli olan takdir almak mı?
Yüzleri basıp onur almak mı?
Ara sıra 4'ler de olabilir,
Karnemizin nazar boncuğu 4'lerdir.

Şimdi bu şiiri okudukça,
Diyorsunuzdur; "Ne diyor bu kız?
Buna laf yetiştiremeyiz,
Susup oturmalıyız!"

Merak etmeyin saçmalamıyorum,
Karneme göre konuşuyorum,
Siz nasıl bir karne bekliyorsunuz,
Tatilde ne yapmayı planlıyorsunuz?

14 Haziran 2015 Pazar

Karne Hediyem-2 ; Feyza'nın İtirafları

"Bu sabah uyandım ve... Neredeyim ben? Birkaç saniye sonra hafızam yerine geldi. Kaç gündür alışamamıştım teyzemlerde uyanmaya. Yanıbaşımda uyuyan Sueda'ya baktım. Amma yaramaz kız. Sonra kalktım yataktan. Gittim, abdestimi aldım. Namazıma durdum. Sabah namazına kalkmaya, zamanla alışmıştım..."
...
Yazmaya verince kendimi, akıp gitmiş. Ne kadar süre oldu bilmiyorum. Aklım eski günlere gidip duruyor. Kitabımın çıkacağı, kapağında kocaman "Feyza Akyarı" ve henüz karar veremediğim başlığın yazacağı zamanı da sabırsızlıkla bekliyorum. Yusuf'u arayayım şimdi. Merak etmiştir, CANIM KARDEŞİM.
Zırrrrr. Yusuf, benden önce davrandı galiba. Yok yok, bu başka birisi. Bilinmeyen numara.
-Efendim,
-İyi günler, Feyza Akyarı ile mi görüşüyorum?
-Evet, buyurun.
-Şey Feyza ben Sueda.
-Aaa, nasılsın Sueda? Görüşmeyeli çok oldu.
-Evet, ben de telefonumu yeniledim. Bu yeni numaram. Eski telefonum suya düşünce, tüm numaralarım silindi. Şimdi ben, yayınevinden aldım numaranı.
-Evet, ne oldu, mühim bir şey mi vardı?
-Aynen, ama sürpriz. Yarın öğleden sonra Bursa'ya geleceğim. Ama bir kestaneli pasta da ısmarlarsın artık. :-)
-Seve seve canım, sen benim hem kuzenim hem de çocukluk arkadaşımsın. :-)
-Neyse görüşürüz!
-Hoşçakal canım!
...
Yazıyorum yine. Eksiksiz, tüm hatırladıklarımı yazıyorum.
"Sueda'yı uslandırmamı, üzüm üzüme baka baka kararır, sözüne uygun olarak onu hanım hanımcık, dini yerinde bir kız yapmamı istiyordu teyzem. Ancak kız uslanmak bilmiyordu. Bir komplo istiyordu adeta. Her gün beni uyuttuğunu sanarak kaçıyordu evden. Hiçbir şey onu yıldıramaz olmuştu. Ama, benim de bir planım vardı. Önünde de ileride "kötü yıl" diyeceği bir yılı...
Kuzu tavırlarla kendime güvendirip, günün birinde, annesine söyledim. Kızdı teyzem. Gelince soracağına yemin etti. Sonra...
Yalan söyledi tabii. Yalanını ortaya çıkardım, eniştemle konuşarak. Adı yalancıya çıktı mahallede. Ve tabii, en sevdiği arkadaşı Cemre'nin de... Bunun üzerine, arkadaşlarıyla arasını bozdum. Asıl darbeyi, en son vuracaktım.
Artık mahallede bir tek bana güveniliyordu. Tabii, perde arkasından düzenlenmiş komplodaki payım bilinmiyordu...
Okullar açıldı. Sueda, tam istediğim gibi hırçın, sevilmeyen, yaramaz, savruk bir kız olmuştu. Öğretmenine de yalan söyledim.
"Bu haline çok üzülüyorum, onunla konuşun!" dedim.
İkiyüzlünün tekiydim.
Cemre'ye de;
"Sueda bana; "Yarın Cemreleri şikayet edeceğim öğretmene" dedi. Çok oyunbozan. Ona güvenmiyorum." dedim.
Ertesi gün, teyzemi amacına ulaştırmak için son adımı tamamlamışlardı.
Bana Sueda'dan çok güvenmişti herkes. Ama, asıl güvenilmemesi gereken bendim..."
...
Ülkü Pastahanesi. Sueda konuşuyor. Durmadan konuşuyor. Yılların hasretini gideriyor.
-Yıllar önce, bir olay olmuştu hani. Hiç unutamamıştık. Senle geçti çocukluğumuz. Ahh, sen benim karne hediyemdin Feyza! Sen, şimdi yazıyorsun hepsini. Hepsini ama... Bense...
Eksikleri olsa da, tıpkı davranışlarım gibi...çocukluğum gibi. Yazdım, içimden gelenleri!

Feyza'nın dolan gözleri, Sueda'nın tutamadığı göz yaşları...

Bir an için herşey durdu sanki, ne demek istiyor bu kız...

İki bakış buluşuyor önce, sonra ikisi de masanın üzerine...

Masanın üstüne konulan kitap... Başlığı da; KARNE HEDİYEM...

Ve Feyza'nın ani kararı... Artık; "FEYZA'NIN İTİRAFLARI" onun kitabının adı....

13 Haziran 2015 Cumartesi

Karne Hediyem

Bir okul yılını daha geride bırakmıştık. Bu yıl 5'i bitirmiştim. Her ne kadar sosyal bir kız olsam da, kardeşim olmadığından yazın evde yalnızdım. Karnemin hepsi 5'ti. Elbette ki takdir almıştım. Ne yazık ki Fen'im düşüktü,  öğretmenimin eklediği puanlar ile 5 olmuştu. İşte bu yüzden karne ortalamamı düşürerek 1. olmamı engellemişti. Yine de karne hediyesi bekliyordum. Bu sene anne ve babamın davranışlarından hediyemin sıradan bir şey olmadığını anlamıştım. 
En iyi arkadaşlarımdan ise ayrılmıyordum. En çok sevdiğim Cemre ile aynı sokakta oturuyorduk. Annelerimizden izin aldıkça, hatta bazen almadan buluşurduk. Böyle durumlarda annem kızdığında, Cemre'nin yalanları çok işe yarardı. 
Cemre çoğu kişilere göre akıllı ve dürüst bir kızdı. Halbuki o, gerçek yüzünü ustalıkla gizleyen bir afacandı. Bu durumdan biz memnun, kardeşi ise şikayetçiydi. Her gün kimliği meçhul birinin dolaptan aşırdığı çikolata ve cikletlerin eksikliği fark edilince, bütün suç biraz obur olduğundan onun üzerine yıkılırdı. Onu tüm büyüklerimiz yalancı sanardı, ancak biz hakikati bilmekteydik. Herkes Cemre'ye her koşulda güveniyordu. İşte bu özelliği ile o, sokağımızda yaramazlık yapan herkesi korurudu.
Cemre'nin en büyük savunmalarından biri de, tek eğlencesi olan pazar haricinde bütün gün evde oturup, arap harfleri ile yazılmış, yaprakları kıvrılıp sararmış, aralarından sık sık kurumuş çiçekler çıkan, antika kitaplar okuyan ve sokağımızın eski toprağı Muammer Nine'ydi. Muammer Nine, mutlaka her Perşembe günü pazara çıkardı. Onun haricinde de alışverişini Cemre yapardı. İşte bu yüzden kadın, Cemre'yi çok sever ve onun en yaramazımız olduğunu gözüyle görse inanmazdı. Ki, zaten göremezdi ya! Kadıncağız, arapça harfler ve meyve sebzeler hariç hiçbir şeyi tam seçemiyordu!
Biz her gün okula yukarı caddeden, çarşının içinden giderdik. Burası bizi okula en kısa, hem de en uzun yoldan götürebilirdi. Çünkü çarşı tenha değildi, hem de dolambaçlıydı. Üstelik artık çarşı esnafı da bizi tanıyordu, yani en güvenli yol buydu.
O gün okuldan çıkmış, karnelerimizi bayrak gibi sallayarak çarşıdan geçiyorduk. Ben, alınan armağanı çok merak ediyordum. Acaba Fransa'dan gelme, yaldızlı kağıtları olan, bir koli ciklet miydi? Geçen sene sınıf birimcimiz Mükrime'ye babası onlardan almıştı. Ne güzeldi, hep beraber her gün birer birer çiğnemiş, 16 günde bitirmiştik. Yoksa benim boyuma gelen, ayakta durabilen bir bebek miydi? O sırada Kuyumcu Hayim Ustaamca, yanımıza yaklaşarak karnelerimizi sordu. Cemre atılarak;
-Bu yıl yine Mükrime birinci oldu, dedi. 
Kuyumcu Hayim Ustaamca:
-Kızlar, ben eminim ki hepinizin karneleri birbirinden güzeldir, işte bu yüzden sizlere ufak bir hediyem var, dedi.
Bizim için kuş şeklinde harika bir broş yapmıştı. İçinde ise ufak bir gizli hanesi vardı.
-Sırayla kullanasınız, kavga etmeyesiniz, dedi. Gerçekten pek hoş, pek narin bir şey idi. Ama benim aklım, annemlerin hediyesine takılmıştı. 
Eve döndüğümde kapıyı açan annemin eli boştu. Belki de babam getirecek idi hediyemi, umudumu kesmemiştim. O sırada annem, adeta zihnimi okuyarak:
-Karne hediyeni merak ediyorsun değil mi? Onu sakın küçümseme. Ama önce seni biri ile tanıştıracağım, dedi. 
Hakikaten de evimizde yabancı bir kız vardı. Bunun annesi, babası neredeydi? 
Kızın adının Feyza olduğunun öğrendim. Benimle yaşıttı. Az sonra babam geldi. Onun da elleri boştu! Üstelik bana:
-Karne hediyeni beğendin mi? Dedi.
-Hangi hediyem?
-Arkadaşın Feyza'yı! 
Babam konuştukça şoka giriyordum.
-Kaç defadır bir kardeş veya yakın arkadaşa ihtiyacım var, demiyor muydun? İşte Feyza da tam olarak senin seveceğin, birlikte yaz tatilini geçireceğin bir arkadaş. Onunla eşyalarını severek paylaşacağını düşünmüştük, umarım yanılmamışızdır. 
O gece neredeyse hiç konuşmamıştım. Hediyem beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Ben mi onun hediyesiyim, o mu benim anlamış değildim. 
Zaman içerisinde anne ve babamın bu kızı kiralamalarındaki amacı anlamaya başlamıştım. Benim evde oturan, uslu mu uslu bir kız olmamdı. Üstelik zaman içerisinde avantajlarını da keşfediyordum.  Bu kız çok saftı, üstelik herkes dediklerine inanıyordu. Yani ben ona inandırıyordum, o da annemlere. Harikaydı! 
En çok zorlandığım husus da eşyalarımı paylaşmaktı. Annem beni buna zorluyordu. Bense bunun için ilginç bir yol bulmuştum. Adeta sihirli sözlermiş gibi: "Bana biraz kardeşin Yusuf'tan bahsetsene" deyince kızın aklı başından uçuyor ve konuşmaya başlıyordu. Ben onu dinlemiyor ve de atlatmış oluyordum. Eşyalarım ve işim bana kalıyordu.  Bir süre sonra evden kaçma konusunda uzmanlaşmıştım. Gün boyu Feyza ve ailemden çok Cemre ve Mükrime, Halime gibi arkadaşlarımla sokakta geçirmeye başlamıştım. Annem farkında bile değildi, üstelik öyle bir uzmandım ki artık Feyza'nın bile haberi olmuyordu. Ancak zaman içerisinde ona da ısınmaya başlamıştım. Adeta utanmasam, gel birlikte kaçalım diyecektim. İyice her dediğimi yapar olmuştu. Yavaş yavaş evde her istediğimi gerçekleştirebilmeye başlamıştım. Bu  yaz tatilimin harika geçmekte olduğunu bilen bir tek sınıf ve sokak arkadaşlarımdı. 
O gün, yine kaçmış ve gün boyu arkadaşlarım ile oynayarak ikindi gibi eve dönmüştüm. Ancak yolunda gitmeyen bir şeyler var idi. Bu çok belliydi. Feyza, bugün benim kaçtığımı fark etmişti.
-Nereye gittin yaa? Diye sordu. Annem de fark etmişti. Az sonra odaya gircekti:
-Nerelerdeydin, söyle bakalım, diyecek, elim ayağım titreyecekti. Bunun için Feyza'ya:
-Cemre ile Muammer Nine'nin alışverişini yaptık, dedim. Kız gerçekten de çok yardımseverdi. Böyle deyince gözlerinin içi güldü. 
O sırada tam tahminimde gibi annem içeri girerek:
-Sen nerelerdesin bakayım? Dedi. 
Feyza ise tembihim üzerine:
-Eslem Teyze, Sueda Cemre'ye Muammer Nine'nin alışverişini yaparken yardım etmiş, diye cevapladı.
Annem ise şüpheci bakışlarla beni süzerken:
-Onun için izin almadan neden çıktın? İstesen izin verirdim. Ayrıca Cemre'ye ve  Muammer Nine'ye de soracağım, dedi.
Ben ise Bakkal Hulusi Amca'ya sormak aklına gelmesin diye  dualar ederken:
- Muammer Nine bilmez, ben yalnızca alışveriş bölümündeydim, dedim.  
Akşam olunca annem, babama:
-Bizim kız bugün Muammer Teyze'nin alışverişini yapmış, Cemre dedi. Valla iyi ki Feyza geldi bize, kızın davranışları çok değişti, derken yakaladım. Cemre'm benim, böyle bir soru sorulunca durumu hemen anlamış olmalı. Beni hiç yüzüstü bırakmaz. Ancak babamın verdiği cevap, nefesimi kesti, benim yalan söylememeyi hiç beceremediğimi gözler önüne serdi:
-Sen de inandın, değil mi? Cemre bile yalan söylemiş, sen inanma ona. Ben süt almak için Hulusi Abi'ye gidince muhabbet ettik biraz. Eğer öyle bir durum olsaydı, takdir eder ve söylerdi. Hadi unuttu diyelim, bugün Perşembe. Bugün Muammer Teyze, kendisi pazara çıkmaz mı? 
Bu sözler, bana baltayı taşa vurduğumu anlatıyordu. Annemin de aklı yerine gelmiş olmalıydı:
-Evet, doğru dersin bey. Hatta ben bugün Muammer Teyze'yi pazardan dönerken görmüş, onunla kısa bir muhabbet de etmiştim. Üstelik Halime, onun poşetlerini taşıyınca onu takdir etmiştim. Hay, aklım gitmiş benim!
Ertesi gün, kabus gibi geçmişti bana. Mahallede Cemre'nin yalancı diye adı çıktı. Herkes benim için, zavallı Feyza'nın aklını da çelmiş, diyordu. Bu duruma tek inananmayan kişi, Muammer Nine'ydi. Onu da bu sefer kimse takmıyordu.  Cemre, foyasını ortaya çıkardığım için küsmüştü. Artık kimse ona inanmadığı için, arkadaşlarım da ben de evden kaçamaz, yaramazlık yapamaz olmuştuk. Bu yüzden en sevdiğim diğer arkadaşlarım bile benimle konuşmaz olmuşlardı. En kötüsü de, Feyza da artık sözlerime inanmıyordu ve o da bana soğuk davranıyordu. Annem beni sürekli gizliden ya da açıktan gözetim altında tutuyordu. Kimse bize inanmaz olmuştu, mahallede tek güvenilen çocuk Feyza'ydı. Ama onun da içine hain bir tilki girmişti sanki. Bize asla inanmıyor, hiç bir sırrı tutmayıp, yayıyor, bir de gizli işlerimize burun sokup, onlardan sorumluymuş gibi anne babamıza rapor veriyordu. Gıcık olduğumuz Cemre'nin kardeşi, yani Ömer, artık ona güvenildiği için kurum kurum kurumlanıyor, artık sokak herkese yasak, özel günlerde buluşunca da özellikle ben dışlanıyordum. Güzelim yaz tatilim zehir olmuştu. Yaramazlıklarımdan vazgeçmek zordu. Ancak sürekli ya annem, ya da Feyza tarafından dikizleniyordum.
Bir süre sonra okullar açıldı. Yaz tatilinden kurtulduğum için sevinçliydim, artık denetim hafiflemişti. Yine de hırçın, yaramaz, söz dinlemez, görevlerini, sorumluluklarını yerine getirmez bir kız olup çıkmıştım. Notlarım düşük gelirse azarı, şamarı yerdim ama umrumda değildi. Hiçbir arkadaşım yoktu, hatta sevenim yoktu ama, artık olan olmuştu. Cemre'nin ve diğer arkadaşlarımın küslüğü devam ediyordu. Bu duruma alışmıştım. Bu seneye kadar kınadığımız 80'den yukarı notları olmayan çocuklardan biri olmuştum. Öğretmenim, bendeki bu değişimi fark etmiş idi. Artık, teşekkür dahi alamamam kaçınılmaz olmuşken, öğretmenim beni yanına çağırdı.
-Sana ne oldu böyle? Diye sordu. Gördüğüm kadarıyla notlar hiç umrunda değil. Sadece notlar mı? Hiçbir şey. Azarlar mı? Arkadaşlar mı? Dayak mı? Seni eski haline döndürmek için, belli ki hiçbiri işe yaramaz. Neden böyle olduğunu velinden öğrendim. Bir de senden dinlemek istiyorum. Söylediklerini velinden aldıklarınla karşılaştıracağım. 
Bu açıkça bir tehditti. Zaten yalancının teki olup çıkmıştım. Gerçekten artık hiçbir şey umrumda değildi. Bu kez de yalan söyleyebilirdim. Hiç zor değildi. Ama, ani bir kararla, doğruları söyledim. Her şeyi özetledim. Öğretmenim, zaten her şeyi biliyordum ben, der gibi kafasını salladı.
-Anladığım kadarıyla sen de değişmek istiyorsun, dedi. Evet, gerçekten yaz tatilinin başına dönüp, o gün daha düzgün bir yalan uydurabilirdim. Mesela Muammer Nine'nin poşetlerini taşımak gibi. Yok yok, onu Halime'nin taşıdığını annem görmüştü. Ne diyebilirdim peki? Belki de yalan söylememeliydim... yok yok aynı sonuca çıkıyor. Ya da en azından adım yalancıya çıkmazdı. Aman, en iyisi o gün kaçmasaydım. Yok ya, evde sıkıntıdan mı paylasaydım yani? Oof, en iyisi bu sene olacağı gibi kötü bir karneyle gitseydim eve, hediye almasaydılar. Her şeyi bozdu o kız. Hem böylece annem ve babam küserlerdi bana, umursamazlardı, tıpkı bu sene olduğu gibi... ben de yaz boyu sokakta, açık açık. Hiç yalana dolana gerek kalmazdı o zaman...
O sırada öğretmenimin sorusuyla, tüm duygularımı dışarı vurma fırsatı buldum. 
-Bu sene iyi bir karneyle eve giderek, herkesin gönlünü almak istemez miydin? Soru buydu.
Bunun üzerine boşalttım içimi. Ne kadar şey düşünüp hissettiysem, bağıra bağıra söyledim hepsini. Hüngür hüngür ağlamaya başlayınca, giderek sesim yükselince ve arka fondan öğretmen zili çalınca, yerime oturttu öğretmen beni. Kınayan bakışlarla uğurladı arkadaşlarım beni, o sırada kulağıma bir fısıltı çalındı, bunun üzerine sessizleşmiş ağlamam bağırarak ağlamaya dönüştü: "Zaten haksız, hepimizin huzurunu bozdu, sinsi bir yılan gibi. Bir de ağlıyor, şikayet ediyor bizi!" Diyordu biri. Bu sesi tanımıştım. Cemre'ydi...
Şiddetlenen ağlamamla birlikte, izin almadan sınıftan çıktım, kapıyı çarptım ve lavobaya doğru koştum...
O gün beni çok etkileyen bu olaylardan sonra, bütün yıl kimseyle konuşmayan, durmadan çalışan bir kıza dönüştüm, o iğrenç notlarıma rağmen hepsini 5 yaptım ve öğretmenimin not eklemesine gerek kalmadan Mükrime'ye fark atıp, sınıfta 1. oldum. Ayrıca annemlere bin kere hediye almamalarını tembih etmeyi unutmadım. Ertesi sene, başka bir mahalleye, başka bir okula gittik ve oraya ben gitmeden ünüm gittiğinden, harika arkadaşlıklarla karşılanmıştım. Yeni mahallemizde bana Cemre'nin eski halinden çok güveniliyordu, gerçekten güvenilmeye değer davranmaya dikkat ediyordum. Artık Feyza'yla da sımsıkı arkadaş olmuş idik. Yıllar sonra, kardeş gibi büyüdüğümüz Feyza'nın hep bildiği bir gerçeği öğrendim; Feyza, benim hiç görmediğim Almanya'daki dayımın kızıydı. Ayrıca dayım ve var olduğunu bile bilmediğim yengem boşanınca, ailem sahip çıkmıştı ona. Düşünüp durdum, acaba bilseydim daha mı iyi davranırdım? Hayır, tersine o kızın ömür boyu bizle kalacağını da anlar ve onunla daha da geçimsiz olurdum. İşin doğrusu, her ne kadar unutmuş gibi dursam da, o kötü yıl, aklımdaydı. Her halde artık tek yalanımı bu konuda söylüyordum...

7 Haziran 2015 Pazar

Cumhuriyetin Tanımı

Bizi yöneten insanları bugün seçeceğiz.
Cumhuriyet nedir?
Halkın kendi kendini yönetmesi mi? Ha ha, güleyim bari. Bugün o klasik tanımdan biraz uzaklaşacağım, o tanımı biraz eleştireceğim. Okullarda bize öğretilen, o klasik tanımı.
Hani, okulda öğretmenim falan sorsa, yine diyeceğim o tanımdır ama, bence gerçeği tanımından biraz farklı.
Ya da ben hala o tanımı, ya da siyaseti (!) çözebilmiş değilim.

Bir kere, o yöneticileri tam tanıyamadan seçim zamanı geliyor. Belki de sadece partisi için başa getiriyoruz adamı.
Sonra, çoğunluk haricinde azınlıktaysa düşüncemiz, sen bunu unut. Bu eşitlik değil bence. Belki en iyisi bu olabilir, ama o zaman tanımı değiştirin. O tanım, sizin hayallerinizin tanımı değil, bu sistemin tanımı!
Başka, bize uyan partiyle uyuşmayan düşüncelerimiz var belki.
Dahası var. Başa gelen parti, hangi parti olursa olsun, kanun çıkarırken hiç halk oylamasına sunuyor mu?
Sunsa bile, yine çoğunluğun isteği. Evet, çoğunluğun kararı demokrasinin temel ilkelerinden ama, ben hiç yakıştıramıyorum bunu demokrasiye. Dediğim gibi, belki daha yakışanı yoktur ama, en azından biz doğrusunu bilelim. Doğru bir tanım olsun. Bu tanım, demokrasinin temel ilkeleriyle uyuşsun.
Başa geçen partinin görevi, çoğunluğa değil, herkese hizmet etmek bence. Yanılıyor muyum?
Bu eleştiri başa geçen, geçmiş ya da baştaki partiye değil, tanıma, Cumhuriyet'in tanımına, bence yanlış olan, Cumhuriyet'in tanımına yönelikltir.
Haa, eğer hala: "Bizim seçtiğimiz bizi yönetince, kendimizi yönetmiş oluyoruz." diyorsanız, okuduğunuza yazık olmuş.
Eğer eleştirimi eleştirmek istiyorsanız, yorumlara buyurun lütfen.
Eğer: "Sen yanlış anlamışsın kardeşim,gel de aslını anlatayım" diyorsanız aminetcmn@gmail.com'a buyurun.
Eğer ki haklı olduğumu düşünüyorsanız, gelin de birlikte Cumhuriyet'i şöyle tanımlayalım:
"Halkı yöneten kişilerin başındakiler olduğu, medya aracılığıyla reklamları yapılıp, bazen de bu reklamlarda yalan söylendikten sonra halkın oylarını kapan kişinin de başa geçtiği ve her daim çoğunluğun isteği, Cumhurbaşkanı'nın onayı ile karar verilen yönetim şeklidir."
İtirazı olan var mı?

6 Haziran 2015 Cumartesi

Kırım'a Gidiyoruz!

Merhaba Sevgili Arkadaşlar,
Güpgüncel bir yazıyla yine sizlerleyim.
Bu gün, aslında önemli bir gün.
Çünkü bugün, bu yazı hariç, harika bir şiirle de sizlerleyim. :-)
Değil tabii.
Bu gün, Fatih Sultan Mehmet, Kırım'ı fethetmiş.
Nasıl yani?
Hepimiz Fatih Sultan Mehmed'i tanıyoruzdur. Hani İstanbul'un fatihi. İşte o önemli şahsiyet, aynı zamanda Kırım'ın fatihi. İşte bugün o yüzden önemli. Haydi şimdi Kırım hakkında biraz daha bilgi vereyim.
Kırım tarih boyunca Ruslar, Yunanlar, Tatarlar, Osmanlılar, Venedikliler, Cenovalılara ev sahipliği yapmış, yaşam alanı olmuştur. İşte bu yüzden de tarihi olarak da, turistik olarak da gexmeye değer bir şehirdir. Ekim ayına kadar kıyısı olan Karadeniz'e girmeye müsade eder, daha sonra da karpuz kabuğu denize düşene kadar beklenir :-) Özellikle Rusya gibi soğuk bir ülkenin içine dahil olduğundan, bu özelliğinden çokça yararlanılır.
Kırım'ın başkenti = Simferofol
Uğranacak Şehirler = Yalta, Aluşta, Alupka, Bahçesaray, Falaklava, Feodosya, Kerç, Koktebel, Sivastopol, Simeiz, Sudak, Novyi Svit,  Yevpatorya...
Anlayacağınız, küçücük yerde, doluu gezilecek yer. Cennet gibi bir bölge yani. <3
İyi gezmeler...

Ebru ve Şiirler

Ebru sanatı nedir, nasıldır bilir misiniz,

Sudaki desenleri, izler de sever misiniz? 
Akıp gidiyorlar adeta, bu bir harika!
Tıpkı sonu gelmez, ahenkli bir şiir gibi vallaha!

Ebruda ortaya çıkan, harika bir eserdir,
Şiirde ortaya çıkan, harika bir emeldir,
Her ikisinin de sonucu, birbirinden güzeldir.
Kelime ve renkler, suda akıp giderler,
Gönlümüzden kopandır, ortaya çıkan eserler.