30 Haziran 2015 Salı

Düşünüyorum, Öyleyse Varım

Düşünüyorum...
Sen de bir canlısın, onu bil, diğerlerini boş ver diyenlere inat, dolu veriyorum.
Bizde gelen müşterileri boş çevirmek olmaz.
Müşteri de ki? demeyin.
Onlar, tabii ki aklıma gelen sorular.
Beni biraz olsun tanıyorsanız, aklıma gelenleri bırakmayacağımı bilirsiniz.
Bir çözüm bulmadan...

Düşünüyorum...
Baba küçükken sürpriz yumurtanın küçük, yuvarlak yumurtalarından kukla yapmış.
Pek sevmişim onu.
Hala seviyorum.
O sizce canlı mı?
Düşünmeye değmez demeyin, bir düşünelim.
Belki de sonuç bizi şaşırtır.
İtiraz edenler de yorumlara buyursun.

Düşünüyorum...
Acaba canlı mı o kukla?
Geriye gitme tekniğini kullanalım.
Yani yapıldığı şey, onun yapıldığı şey... diye gidecek.
Sürpriz yumurtacık plastikten yapılmış.
Plastik, petrolden.
Petrol bir fosil yakıt.
Fosil yakıtlar fosillerden ve fosillerin bulunduğu tortul kayaçlardan oluşmuştur.
Kayaç?
Taş diyebilir miyiz sürpriz yumurtanın ham maddesine?
Bence evet.
Taşa da hemen cansız demeyin.
Biraz düşünün.
Taşlar peygamber efendimizin (s.a.v.) elinde zikir yapmışlar.
Onlar da canlı? :-) :-)
Yaaa.
Şimdi bence o kukla canlı.
Bir şeyin canlı olması için canlılık özelliklerini illa göstermesi gerekmez.
O şeyin bizi duyması, görmesi, kayıt altına alması ve ahirette şahitlik yapacak olması yeter!!!!

Düşünüyorum...
Ben kimim?
Dünya yoktu.
Allah (c.c.) evreni yarattı.
Evrende dünyayı, güneşi, güneş sistemini donattı.
Dünyada yaşam yoktu.
Var mıydı?
Dünyada taşlar vardı.
Ama onlar henüz canlı değildi.
Çünkü kayıt altına almıyorlardı.
Sonra suda yaşam başladı.
Mikroskobik canlıları yarattı Allah (c.c.).
Hala su ve taşlar canlı değildi.
Sonra dinazorlar yaratıldı.
Onlar öldüler.
Sonra insanlar geldiler.
Yıllarca onlar hüküm sürdüler.
Hz. Adem ve Hz. Havva'nın soyundan gelenler, bizdik.
Biz insanlar.
Biz, maymunların soyundan gelmedik.
Bence evrimciler, daha sonra kendi soylarından gelecekler için böyle konuşuyorlar!
Sonra, o insanlar çoğaldılar.
Zeki olanları çıktı aralarında.
Çok şeyler icat edildi.
Birinin adı, bilgisayar.
Birinin adı, internet.
Sonra, insanlar çoğala çoğala, kocaman evlere ihtiyaç duydular.
O evlerin biride de küçücük bir kız var.
Bilgisayarın karşısında, internette bloğu www.madeinbursa.blogspot.com.tr ye yazılar yazıyor.
Ben oyum.

Düşünüyorum...
Ben benim, sen sensin, o da o deyip bırakmıyorum.
Ben bensem eğer, sen neden bana sen diyorsun?
Halbuki ben benim.
Hem sen kendine ben diyorsun.
O zaman kim ben.
İngilizler bu işi hemen çözmüşler.
Ben koymuşlar çocukların adını.
Aslında bu bir beyin aldatmacası.
Ben, sen, o falan, isim değiller.
Onlar özneler.
Onlar, nitelememizi sağlıyor.
İsmin yerine kullanılıyorlar, yani zamirler.
Ama şu var ki, ismin yerine kullanılan bir şey isim olmalı değil midir?

Düşünüyorum...
Düşünüyorum.
Öyleyse var mıyım?
Gerçekler acıdır.
Öyleyse dilim neden yanmıyor?
Şimdi bu yazıyı okuyanlardan dayak yiyeceğim.
Orucum bozulur mu?
Aslında herkes doğuştan renk körü olabilir mi?
Bu cümleyi düşünelim.
Doğuştan renk körü olanlar, her rengi farklı görürler.
Yani kırmızı rengi mavi,
Moru yeşil görebilirler.
Telefonumuzun negatif kamerasından bakmak gibi.
Ama onların hepsi, aynı rengi  aynı farklı renk olarak görmüyorlar.
Negatif kameraların hepsi aynıdır, onlarda öyle değil.
Ama doğuştan renk körü olanlar?
Diyelim ki doğuştan renk körü olan biri var.
O, gerçek kırmızıyı, mor olarak görüyor.
Ama, ona başından beri morlar gösterilip, kırmızı denir.
O da, mor rengi kırmızı zanneder.
Böylece sorun çözülür.
Ben de diyorum ki, acaba herkes doğuştan renk körü olabilir mi?
Beyinsel olarak.
Belki de hiçbir şey göründüğü gibi değil.
Bir keresinde beynimiz bizi aldatıyor diye bir video izlemiştim.
Acayipti!
Belki de her şey, beynimizin bizi aldatması dolayısıyla farklı görünüyor.
Biz buna;  göz yanılması deriz.
Nasıl, sizce düşünmeye değer mi?

Düşünüyorum...
Acaba okuyucularım bunu beğenecek mi?

Müşteri, Başımın Etini Yedi!

Müşteriden gelen mail;

Gönderen; ablanızes@gmail.com
Konu; Ava

Ayvanız var mı. Ben eslem.

Satıcının Cevabı;

Konu;Ayva

Merhaba,
Eslem Hanım ayvamız yok. Teşekkür ederiz.

Müşteriden gelen mail;

Konu: AY CANIIIIM!

Canım benim ben öyle teşekkür etmeyle bırakacak insan Mıyım? hE? Tipim benziyo mu? He tipim derken sen beni görmedin demi ? Ben sana foto gözdereyim. Bak başka hangi ürinler var saysana bi.Ben seni çok sevdim alışveriş yapmadan bırakmam yAAA İŞTE böyle biriyim bennnn! Aslında beni adım mahmut ama o erkek isimi ya aslında ben herkese eslem diye tanıtırım. çünkü küçükken hep adım eslem olsun isterişim. Biir de Aslı olsun istermişim o yüzden aslı da diyebilirsin. Fark etmez.
Ayyyy canıııım seni çok sevdim sana yavrum diyebilir miyim..
Taam taam şaka yaptım sormama gerek yoktu yavrum.
Bana sakın yanlış ürün gönderme olur mu yavrum he canımmmm. Zaten sen yüzü gözü açık birine benziyoon benim annebabaannem falcıymış geni geçmiş iyi bir geleceğin olacak alnından okuyabiliyorum....
Ayyyy doğru ben senin tipini  görmedim. yalan söylediğim ortaya çıkmaz inşaallah ay ne dedim ben ayyyy ağzımdan kaçırdım annebabaannemin falcı malcı olmadığını. aY DOĞRU malcı diye bir meslek yoktu demiii. unutmuşum özür...
Ayyyy konu dağıldı. ALIŞverişTen bahsediyoduK. Ayyyy çok fazla mı ayyyy dedim ben bugün yaaa.
Ben sevdi seni.... Bb

Satıcının Cevabı: (Artık sabrı kalmamış herhalde, okudukça bitmiş olmalı)

Konu: Eslem Hanım biraz konuşmamız gerekiyor

Merhaba,
Öncelikle demişsiniz ki alışveriş yapacağım. Bir teşekkür ile bırakmam.
Memnun oluruz ama alışverişinizi siteden yapmanızı tavsiye ederiz.
İkincisi zaten biz herkese doğru ve sipariş ettiği ürünün defosuzunu
yollarız. Beğenmediği takdirde iade garantimiz var.
Üçüncüsü, sizin asıl adınızın Mahmut olması umrumuzda değil. Siz kendinizi
nasıl tanıtırsanız biz sizi öyle tanırız.
Dördüncüsü, böyle her karşınıza gelene yavrum derseniz tüm dünyayı evlat
edinmiş olursunuz, daha hiçbirinin adını bilmeden.
Beşincisi; Size ürün göndermemiz için başımızın etinizi yemenize ve sizi
annemiz kadar tanımamıza, alnımızın açık olması için sizin aslında falcı
olmayan annebabaannenizin genleriyle bunu anlamanıza gerek yoktur.
Altıncısı; YALANLARINIZI KALE ALIMIYORUZ! SİTEMİZDEN ALIŞVERİŞ YAPARSANIZ
DA, ASLI VEYA MAHMUT ADINIZLA YAPINIZ. YOKSA SİZİN GİBİ BİR YALANCI,
GEVEZE, PİSLİĞE HİÇBİR ŞEY SATMAYA NİYETİMİZ YOK!
İyi günler!







18 Haziran 2015 Perşembe

Ramazan Baharı

Allahuakbar Allaaaaahuakbar...

Okunuyor ezan,
Açılıyor oruçlar.
Kalplerde sevinç,
Gönüllerde huzur var.
Takvime bahar gelmiş,
Bize her Ramazan bahar.

Hilali, dolunayı başka,
Gündüz güneş başka parlar.
Sissiz, sessiz gökyüzünde,
Her gece yıldızlar ışıldar.
Takvime bahar gelmiş,
Bize her Ramazan bahar.

Güler gözlerin içi,
Gönülde çiçekler açar.
Kalpler sevgiyle attıkça,
Allah aşkı ile dolar.
Takvime bahar gelmiş,
Bize her Ramazan bahar.

Bahar kelebeği bayram,
Şakıyıp duruyor kuşlar.
Gönüllere huzur verir,
Çiçekler zikrederek açar.
Takvime bahar gelmiş,
Bize her Ramazan bahar.




15 Haziran 2015 Pazartesi

Karne Hakkında Söylenebilecek Her Şey

Alınıyor notlar,
Havada uçuşuyor yazılılar.
Kimisi takdir alıyor,
Kimi bir puanla kaçırıyor.

Bunaldı öğrenciler yazılılardan,
Sıkıldılar sınav olmaktan.
Tatili hak ettiler,
Bir güzel dinlenmeliler.

Öğretmenler, öğretmenler,
Vermeyin tatile ödev.
Yeteri kadar çalıştılar,
Bu dönem çok yoruldular.

Karneler güzel gelsin,
Kalmasın 99,50'ta.
Öğretmenlerim, lütfen,
Çıksın o not tam nota.

Bazı öğretmenler kayırır,
Verirler sözlüye 100'ü,
Bazı öğretmenlerin notu kıttır,
Basarlar 50'yi, 30'u.

Önemli olan takdir almak mı?
Yüzleri basıp onur almak mı?
Ara sıra 4'ler de olabilir,
Karnemizin nazar boncuğu 4'lerdir.

Şimdi bu şiiri okudukça,
Diyorsunuzdur; "Ne diyor bu kız?
Buna laf yetiştiremeyiz,
Susup oturmalıyız!"

Merak etmeyin saçmalamıyorum,
Karneme göre konuşuyorum,
Siz nasıl bir karne bekliyorsunuz,
Tatilde ne yapmayı planlıyorsunuz?

14 Haziran 2015 Pazar

Karne Hediyem-2 ; Feyza'nın İtirafları

"Bu sabah uyandım ve... Neredeyim ben? Birkaç saniye sonra hafızam yerine geldi. Kaç gündür alışamamıştım teyzemlerde uyanmaya. Yanıbaşımda uyuyan Sueda'ya baktım. Amma yaramaz kız. Sonra kalktım yataktan. Gittim, abdestimi aldım. Namazıma durdum. Sabah namazına kalkmaya, zamanla alışmıştım..."
...
Yazmaya verince kendimi, akıp gitmiş. Ne kadar süre oldu bilmiyorum. Aklım eski günlere gidip duruyor. Kitabımın çıkacağı, kapağında kocaman "Feyza Akyarı" ve henüz karar veremediğim başlığın yazacağı zamanı da sabırsızlıkla bekliyorum. Yusuf'u arayayım şimdi. Merak etmiştir, CANIM KARDEŞİM.
Zırrrrr. Yusuf, benden önce davrandı galiba. Yok yok, bu başka birisi. Bilinmeyen numara.
-Efendim,
-İyi günler, Feyza Akyarı ile mi görüşüyorum?
-Evet, buyurun.
-Şey Feyza ben Sueda.
-Aaa, nasılsın Sueda? Görüşmeyeli çok oldu.
-Evet, ben de telefonumu yeniledim. Bu yeni numaram. Eski telefonum suya düşünce, tüm numaralarım silindi. Şimdi ben, yayınevinden aldım numaranı.
-Evet, ne oldu, mühim bir şey mi vardı?
-Aynen, ama sürpriz. Yarın öğleden sonra Bursa'ya geleceğim. Ama bir kestaneli pasta da ısmarlarsın artık. :-)
-Seve seve canım, sen benim hem kuzenim hem de çocukluk arkadaşımsın. :-)
-Neyse görüşürüz!
-Hoşçakal canım!
...
Yazıyorum yine. Eksiksiz, tüm hatırladıklarımı yazıyorum.
"Sueda'yı uslandırmamı, üzüm üzüme baka baka kararır, sözüne uygun olarak onu hanım hanımcık, dini yerinde bir kız yapmamı istiyordu teyzem. Ancak kız uslanmak bilmiyordu. Bir komplo istiyordu adeta. Her gün beni uyuttuğunu sanarak kaçıyordu evden. Hiçbir şey onu yıldıramaz olmuştu. Ama, benim de bir planım vardı. Önünde de ileride "kötü yıl" diyeceği bir yılı...
Kuzu tavırlarla kendime güvendirip, günün birinde, annesine söyledim. Kızdı teyzem. Gelince soracağına yemin etti. Sonra...
Yalan söyledi tabii. Yalanını ortaya çıkardım, eniştemle konuşarak. Adı yalancıya çıktı mahallede. Ve tabii, en sevdiği arkadaşı Cemre'nin de... Bunun üzerine, arkadaşlarıyla arasını bozdum. Asıl darbeyi, en son vuracaktım.
Artık mahallede bir tek bana güveniliyordu. Tabii, perde arkasından düzenlenmiş komplodaki payım bilinmiyordu...
Okullar açıldı. Sueda, tam istediğim gibi hırçın, sevilmeyen, yaramaz, savruk bir kız olmuştu. Öğretmenine de yalan söyledim.
"Bu haline çok üzülüyorum, onunla konuşun!" dedim.
İkiyüzlünün tekiydim.
Cemre'ye de;
"Sueda bana; "Yarın Cemreleri şikayet edeceğim öğretmene" dedi. Çok oyunbozan. Ona güvenmiyorum." dedim.
Ertesi gün, teyzemi amacına ulaştırmak için son adımı tamamlamışlardı.
Bana Sueda'dan çok güvenmişti herkes. Ama, asıl güvenilmemesi gereken bendim..."
...
Ülkü Pastahanesi. Sueda konuşuyor. Durmadan konuşuyor. Yılların hasretini gideriyor.
-Yıllar önce, bir olay olmuştu hani. Hiç unutamamıştık. Senle geçti çocukluğumuz. Ahh, sen benim karne hediyemdin Feyza! Sen, şimdi yazıyorsun hepsini. Hepsini ama... Bense...
Eksikleri olsa da, tıpkı davranışlarım gibi...çocukluğum gibi. Yazdım, içimden gelenleri!

Feyza'nın dolan gözleri, Sueda'nın tutamadığı göz yaşları...

Bir an için herşey durdu sanki, ne demek istiyor bu kız...

İki bakış buluşuyor önce, sonra ikisi de masanın üzerine...

Masanın üstüne konulan kitap... Başlığı da; KARNE HEDİYEM...

Ve Feyza'nın ani kararı... Artık; "FEYZA'NIN İTİRAFLARI" onun kitabının adı....

13 Haziran 2015 Cumartesi

Karne Hediyem

Bir okul yılını daha geride bırakmıştık. Bu yıl 5'i bitirmiştim. Her ne kadar sosyal bir kız olsam da, kardeşim olmadığından yazın evde yalnızdım. Karnemin hepsi 5'ti. Elbette ki takdir almıştım. Ne yazık ki Fen'im düşüktü,  öğretmenimin eklediği puanlar ile 5 olmuştu. İşte bu yüzden karne ortalamamı düşürerek 1. olmamı engellemişti. Yine de karne hediyesi bekliyordum. Bu sene anne ve babamın davranışlarından hediyemin sıradan bir şey olmadığını anlamıştım. 
En iyi arkadaşlarımdan ise ayrılmıyordum. En çok sevdiğim Cemre ile aynı sokakta oturuyorduk. Annelerimizden izin aldıkça, hatta bazen almadan buluşurduk. Böyle durumlarda annem kızdığında, Cemre'nin yalanları çok işe yarardı. 
Cemre çoğu kişilere göre akıllı ve dürüst bir kızdı. Halbuki o, gerçek yüzünü ustalıkla gizleyen bir afacandı. Bu durumdan biz memnun, kardeşi ise şikayetçiydi. Her gün kimliği meçhul birinin dolaptan aşırdığı çikolata ve cikletlerin eksikliği fark edilince, bütün suç biraz obur olduğundan onun üzerine yıkılırdı. Onu tüm büyüklerimiz yalancı sanardı, ancak biz hakikati bilmekteydik. Herkes Cemre'ye her koşulda güveniyordu. İşte bu özelliği ile o, sokağımızda yaramazlık yapan herkesi korurudu.
Cemre'nin en büyük savunmalarından biri de, tek eğlencesi olan pazar haricinde bütün gün evde oturup, arap harfleri ile yazılmış, yaprakları kıvrılıp sararmış, aralarından sık sık kurumuş çiçekler çıkan, antika kitaplar okuyan ve sokağımızın eski toprağı Muammer Nine'ydi. Muammer Nine, mutlaka her Perşembe günü pazara çıkardı. Onun haricinde de alışverişini Cemre yapardı. İşte bu yüzden kadın, Cemre'yi çok sever ve onun en yaramazımız olduğunu gözüyle görse inanmazdı. Ki, zaten göremezdi ya! Kadıncağız, arapça harfler ve meyve sebzeler hariç hiçbir şeyi tam seçemiyordu!
Biz her gün okula yukarı caddeden, çarşının içinden giderdik. Burası bizi okula en kısa, hem de en uzun yoldan götürebilirdi. Çünkü çarşı tenha değildi, hem de dolambaçlıydı. Üstelik artık çarşı esnafı da bizi tanıyordu, yani en güvenli yol buydu.
O gün okuldan çıkmış, karnelerimizi bayrak gibi sallayarak çarşıdan geçiyorduk. Ben, alınan armağanı çok merak ediyordum. Acaba Fransa'dan gelme, yaldızlı kağıtları olan, bir koli ciklet miydi? Geçen sene sınıf birimcimiz Mükrime'ye babası onlardan almıştı. Ne güzeldi, hep beraber her gün birer birer çiğnemiş, 16 günde bitirmiştik. Yoksa benim boyuma gelen, ayakta durabilen bir bebek miydi? O sırada Kuyumcu Hayim Ustaamca, yanımıza yaklaşarak karnelerimizi sordu. Cemre atılarak;
-Bu yıl yine Mükrime birinci oldu, dedi. 
Kuyumcu Hayim Ustaamca:
-Kızlar, ben eminim ki hepinizin karneleri birbirinden güzeldir, işte bu yüzden sizlere ufak bir hediyem var, dedi.
Bizim için kuş şeklinde harika bir broş yapmıştı. İçinde ise ufak bir gizli hanesi vardı.
-Sırayla kullanasınız, kavga etmeyesiniz, dedi. Gerçekten pek hoş, pek narin bir şey idi. Ama benim aklım, annemlerin hediyesine takılmıştı. 
Eve döndüğümde kapıyı açan annemin eli boştu. Belki de babam getirecek idi hediyemi, umudumu kesmemiştim. O sırada annem, adeta zihnimi okuyarak:
-Karne hediyeni merak ediyorsun değil mi? Onu sakın küçümseme. Ama önce seni biri ile tanıştıracağım, dedi. 
Hakikaten de evimizde yabancı bir kız vardı. Bunun annesi, babası neredeydi? 
Kızın adının Feyza olduğunun öğrendim. Benimle yaşıttı. Az sonra babam geldi. Onun da elleri boştu! Üstelik bana:
-Karne hediyeni beğendin mi? Dedi.
-Hangi hediyem?
-Arkadaşın Feyza'yı! 
Babam konuştukça şoka giriyordum.
-Kaç defadır bir kardeş veya yakın arkadaşa ihtiyacım var, demiyor muydun? İşte Feyza da tam olarak senin seveceğin, birlikte yaz tatilini geçireceğin bir arkadaş. Onunla eşyalarını severek paylaşacağını düşünmüştük, umarım yanılmamışızdır. 
O gece neredeyse hiç konuşmamıştım. Hediyem beni hayal kırıklığına uğratmıştı. Ben mi onun hediyesiyim, o mu benim anlamış değildim. 
Zaman içerisinde anne ve babamın bu kızı kiralamalarındaki amacı anlamaya başlamıştım. Benim evde oturan, uslu mu uslu bir kız olmamdı. Üstelik zaman içerisinde avantajlarını da keşfediyordum.  Bu kız çok saftı, üstelik herkes dediklerine inanıyordu. Yani ben ona inandırıyordum, o da annemlere. Harikaydı! 
En çok zorlandığım husus da eşyalarımı paylaşmaktı. Annem beni buna zorluyordu. Bense bunun için ilginç bir yol bulmuştum. Adeta sihirli sözlermiş gibi: "Bana biraz kardeşin Yusuf'tan bahsetsene" deyince kızın aklı başından uçuyor ve konuşmaya başlıyordu. Ben onu dinlemiyor ve de atlatmış oluyordum. Eşyalarım ve işim bana kalıyordu.  Bir süre sonra evden kaçma konusunda uzmanlaşmıştım. Gün boyu Feyza ve ailemden çok Cemre ve Mükrime, Halime gibi arkadaşlarımla sokakta geçirmeye başlamıştım. Annem farkında bile değildi, üstelik öyle bir uzmandım ki artık Feyza'nın bile haberi olmuyordu. Ancak zaman içerisinde ona da ısınmaya başlamıştım. Adeta utanmasam, gel birlikte kaçalım diyecektim. İyice her dediğimi yapar olmuştu. Yavaş yavaş evde her istediğimi gerçekleştirebilmeye başlamıştım. Bu  yaz tatilimin harika geçmekte olduğunu bilen bir tek sınıf ve sokak arkadaşlarımdı. 
O gün, yine kaçmış ve gün boyu arkadaşlarım ile oynayarak ikindi gibi eve dönmüştüm. Ancak yolunda gitmeyen bir şeyler var idi. Bu çok belliydi. Feyza, bugün benim kaçtığımı fark etmişti.
-Nereye gittin yaa? Diye sordu. Annem de fark etmişti. Az sonra odaya gircekti:
-Nerelerdeydin, söyle bakalım, diyecek, elim ayağım titreyecekti. Bunun için Feyza'ya:
-Cemre ile Muammer Nine'nin alışverişini yaptık, dedim. Kız gerçekten de çok yardımseverdi. Böyle deyince gözlerinin içi güldü. 
O sırada tam tahminimde gibi annem içeri girerek:
-Sen nerelerdesin bakayım? Dedi. 
Feyza ise tembihim üzerine:
-Eslem Teyze, Sueda Cemre'ye Muammer Nine'nin alışverişini yaparken yardım etmiş, diye cevapladı.
Annem ise şüpheci bakışlarla beni süzerken:
-Onun için izin almadan neden çıktın? İstesen izin verirdim. Ayrıca Cemre'ye ve  Muammer Nine'ye de soracağım, dedi.
Ben ise Bakkal Hulusi Amca'ya sormak aklına gelmesin diye  dualar ederken:
- Muammer Nine bilmez, ben yalnızca alışveriş bölümündeydim, dedim.  
Akşam olunca annem, babama:
-Bizim kız bugün Muammer Teyze'nin alışverişini yapmış, Cemre dedi. Valla iyi ki Feyza geldi bize, kızın davranışları çok değişti, derken yakaladım. Cemre'm benim, böyle bir soru sorulunca durumu hemen anlamış olmalı. Beni hiç yüzüstü bırakmaz. Ancak babamın verdiği cevap, nefesimi kesti, benim yalan söylememeyi hiç beceremediğimi gözler önüne serdi:
-Sen de inandın, değil mi? Cemre bile yalan söylemiş, sen inanma ona. Ben süt almak için Hulusi Abi'ye gidince muhabbet ettik biraz. Eğer öyle bir durum olsaydı, takdir eder ve söylerdi. Hadi unuttu diyelim, bugün Perşembe. Bugün Muammer Teyze, kendisi pazara çıkmaz mı? 
Bu sözler, bana baltayı taşa vurduğumu anlatıyordu. Annemin de aklı yerine gelmiş olmalıydı:
-Evet, doğru dersin bey. Hatta ben bugün Muammer Teyze'yi pazardan dönerken görmüş, onunla kısa bir muhabbet de etmiştim. Üstelik Halime, onun poşetlerini taşıyınca onu takdir etmiştim. Hay, aklım gitmiş benim!
Ertesi gün, kabus gibi geçmişti bana. Mahallede Cemre'nin yalancı diye adı çıktı. Herkes benim için, zavallı Feyza'nın aklını da çelmiş, diyordu. Bu duruma tek inananmayan kişi, Muammer Nine'ydi. Onu da bu sefer kimse takmıyordu.  Cemre, foyasını ortaya çıkardığım için küsmüştü. Artık kimse ona inanmadığı için, arkadaşlarım da ben de evden kaçamaz, yaramazlık yapamaz olmuştuk. Bu yüzden en sevdiğim diğer arkadaşlarım bile benimle konuşmaz olmuşlardı. En kötüsü de, Feyza da artık sözlerime inanmıyordu ve o da bana soğuk davranıyordu. Annem beni sürekli gizliden ya da açıktan gözetim altında tutuyordu. Kimse bize inanmaz olmuştu, mahallede tek güvenilen çocuk Feyza'ydı. Ama onun da içine hain bir tilki girmişti sanki. Bize asla inanmıyor, hiç bir sırrı tutmayıp, yayıyor, bir de gizli işlerimize burun sokup, onlardan sorumluymuş gibi anne babamıza rapor veriyordu. Gıcık olduğumuz Cemre'nin kardeşi, yani Ömer, artık ona güvenildiği için kurum kurum kurumlanıyor, artık sokak herkese yasak, özel günlerde buluşunca da özellikle ben dışlanıyordum. Güzelim yaz tatilim zehir olmuştu. Yaramazlıklarımdan vazgeçmek zordu. Ancak sürekli ya annem, ya da Feyza tarafından dikizleniyordum.
Bir süre sonra okullar açıldı. Yaz tatilinden kurtulduğum için sevinçliydim, artık denetim hafiflemişti. Yine de hırçın, yaramaz, söz dinlemez, görevlerini, sorumluluklarını yerine getirmez bir kız olup çıkmıştım. Notlarım düşük gelirse azarı, şamarı yerdim ama umrumda değildi. Hiçbir arkadaşım yoktu, hatta sevenim yoktu ama, artık olan olmuştu. Cemre'nin ve diğer arkadaşlarımın küslüğü devam ediyordu. Bu duruma alışmıştım. Bu seneye kadar kınadığımız 80'den yukarı notları olmayan çocuklardan biri olmuştum. Öğretmenim, bendeki bu değişimi fark etmiş idi. Artık, teşekkür dahi alamamam kaçınılmaz olmuşken, öğretmenim beni yanına çağırdı.
-Sana ne oldu böyle? Diye sordu. Gördüğüm kadarıyla notlar hiç umrunda değil. Sadece notlar mı? Hiçbir şey. Azarlar mı? Arkadaşlar mı? Dayak mı? Seni eski haline döndürmek için, belli ki hiçbiri işe yaramaz. Neden böyle olduğunu velinden öğrendim. Bir de senden dinlemek istiyorum. Söylediklerini velinden aldıklarınla karşılaştıracağım. 
Bu açıkça bir tehditti. Zaten yalancının teki olup çıkmıştım. Gerçekten artık hiçbir şey umrumda değildi. Bu kez de yalan söyleyebilirdim. Hiç zor değildi. Ama, ani bir kararla, doğruları söyledim. Her şeyi özetledim. Öğretmenim, zaten her şeyi biliyordum ben, der gibi kafasını salladı.
-Anladığım kadarıyla sen de değişmek istiyorsun, dedi. Evet, gerçekten yaz tatilinin başına dönüp, o gün daha düzgün bir yalan uydurabilirdim. Mesela Muammer Nine'nin poşetlerini taşımak gibi. Yok yok, onu Halime'nin taşıdığını annem görmüştü. Ne diyebilirdim peki? Belki de yalan söylememeliydim... yok yok aynı sonuca çıkıyor. Ya da en azından adım yalancıya çıkmazdı. Aman, en iyisi o gün kaçmasaydım. Yok ya, evde sıkıntıdan mı paylasaydım yani? Oof, en iyisi bu sene olacağı gibi kötü bir karneyle gitseydim eve, hediye almasaydılar. Her şeyi bozdu o kız. Hem böylece annem ve babam küserlerdi bana, umursamazlardı, tıpkı bu sene olduğu gibi... ben de yaz boyu sokakta, açık açık. Hiç yalana dolana gerek kalmazdı o zaman...
O sırada öğretmenimin sorusuyla, tüm duygularımı dışarı vurma fırsatı buldum. 
-Bu sene iyi bir karneyle eve giderek, herkesin gönlünü almak istemez miydin? Soru buydu.
Bunun üzerine boşalttım içimi. Ne kadar şey düşünüp hissettiysem, bağıra bağıra söyledim hepsini. Hüngür hüngür ağlamaya başlayınca, giderek sesim yükselince ve arka fondan öğretmen zili çalınca, yerime oturttu öğretmen beni. Kınayan bakışlarla uğurladı arkadaşlarım beni, o sırada kulağıma bir fısıltı çalındı, bunun üzerine sessizleşmiş ağlamam bağırarak ağlamaya dönüştü: "Zaten haksız, hepimizin huzurunu bozdu, sinsi bir yılan gibi. Bir de ağlıyor, şikayet ediyor bizi!" Diyordu biri. Bu sesi tanımıştım. Cemre'ydi...
Şiddetlenen ağlamamla birlikte, izin almadan sınıftan çıktım, kapıyı çarptım ve lavobaya doğru koştum...
O gün beni çok etkileyen bu olaylardan sonra, bütün yıl kimseyle konuşmayan, durmadan çalışan bir kıza dönüştüm, o iğrenç notlarıma rağmen hepsini 5 yaptım ve öğretmenimin not eklemesine gerek kalmadan Mükrime'ye fark atıp, sınıfta 1. oldum. Ayrıca annemlere bin kere hediye almamalarını tembih etmeyi unutmadım. Ertesi sene, başka bir mahalleye, başka bir okula gittik ve oraya ben gitmeden ünüm gittiğinden, harika arkadaşlıklarla karşılanmıştım. Yeni mahallemizde bana Cemre'nin eski halinden çok güveniliyordu, gerçekten güvenilmeye değer davranmaya dikkat ediyordum. Artık Feyza'yla da sımsıkı arkadaş olmuş idik. Yıllar sonra, kardeş gibi büyüdüğümüz Feyza'nın hep bildiği bir gerçeği öğrendim; Feyza, benim hiç görmediğim Almanya'daki dayımın kızıydı. Ayrıca dayım ve var olduğunu bile bilmediğim yengem boşanınca, ailem sahip çıkmıştı ona. Düşünüp durdum, acaba bilseydim daha mı iyi davranırdım? Hayır, tersine o kızın ömür boyu bizle kalacağını da anlar ve onunla daha da geçimsiz olurdum. İşin doğrusu, her ne kadar unutmuş gibi dursam da, o kötü yıl, aklımdaydı. Her halde artık tek yalanımı bu konuda söylüyordum...

7 Haziran 2015 Pazar

Cumhuriyetin Tanımı

Bizi yöneten insanları bugün seçeceğiz.
Cumhuriyet nedir?
Halkın kendi kendini yönetmesi mi? Ha ha, güleyim bari. Bugün o klasik tanımdan biraz uzaklaşacağım, o tanımı biraz eleştireceğim. Okullarda bize öğretilen, o klasik tanımı.
Hani, okulda öğretmenim falan sorsa, yine diyeceğim o tanımdır ama, bence gerçeği tanımından biraz farklı.
Ya da ben hala o tanımı, ya da siyaseti (!) çözebilmiş değilim.

Bir kere, o yöneticileri tam tanıyamadan seçim zamanı geliyor. Belki de sadece partisi için başa getiriyoruz adamı.
Sonra, çoğunluk haricinde azınlıktaysa düşüncemiz, sen bunu unut. Bu eşitlik değil bence. Belki en iyisi bu olabilir, ama o zaman tanımı değiştirin. O tanım, sizin hayallerinizin tanımı değil, bu sistemin tanımı!
Başka, bize uyan partiyle uyuşmayan düşüncelerimiz var belki.
Dahası var. Başa gelen parti, hangi parti olursa olsun, kanun çıkarırken hiç halk oylamasına sunuyor mu?
Sunsa bile, yine çoğunluğun isteği. Evet, çoğunluğun kararı demokrasinin temel ilkelerinden ama, ben hiç yakıştıramıyorum bunu demokrasiye. Dediğim gibi, belki daha yakışanı yoktur ama, en azından biz doğrusunu bilelim. Doğru bir tanım olsun. Bu tanım, demokrasinin temel ilkeleriyle uyuşsun.
Başa geçen partinin görevi, çoğunluğa değil, herkese hizmet etmek bence. Yanılıyor muyum?
Bu eleştiri başa geçen, geçmiş ya da baştaki partiye değil, tanıma, Cumhuriyet'in tanımına, bence yanlış olan, Cumhuriyet'in tanımına yönelikltir.
Haa, eğer hala: "Bizim seçtiğimiz bizi yönetince, kendimizi yönetmiş oluyoruz." diyorsanız, okuduğunuza yazık olmuş.
Eğer eleştirimi eleştirmek istiyorsanız, yorumlara buyurun lütfen.
Eğer: "Sen yanlış anlamışsın kardeşim,gel de aslını anlatayım" diyorsanız aminetcmn@gmail.com'a buyurun.
Eğer ki haklı olduğumu düşünüyorsanız, gelin de birlikte Cumhuriyet'i şöyle tanımlayalım:
"Halkı yöneten kişilerin başındakiler olduğu, medya aracılığıyla reklamları yapılıp, bazen de bu reklamlarda yalan söylendikten sonra halkın oylarını kapan kişinin de başa geçtiği ve her daim çoğunluğun isteği, Cumhurbaşkanı'nın onayı ile karar verilen yönetim şeklidir."
İtirazı olan var mı?

6 Haziran 2015 Cumartesi

Kırım'a Gidiyoruz!

Merhaba Sevgili Arkadaşlar,
Güpgüncel bir yazıyla yine sizlerleyim.
Bu gün, aslında önemli bir gün.
Çünkü bugün, bu yazı hariç, harika bir şiirle de sizlerleyim. :-)
Değil tabii.
Bu gün, Fatih Sultan Mehmet, Kırım'ı fethetmiş.
Nasıl yani?
Hepimiz Fatih Sultan Mehmed'i tanıyoruzdur. Hani İstanbul'un fatihi. İşte o önemli şahsiyet, aynı zamanda Kırım'ın fatihi. İşte bugün o yüzden önemli. Haydi şimdi Kırım hakkında biraz daha bilgi vereyim.
Kırım tarih boyunca Ruslar, Yunanlar, Tatarlar, Osmanlılar, Venedikliler, Cenovalılara ev sahipliği yapmış, yaşam alanı olmuştur. İşte bu yüzden de tarihi olarak da, turistik olarak da gexmeye değer bir şehirdir. Ekim ayına kadar kıyısı olan Karadeniz'e girmeye müsade eder, daha sonra da karpuz kabuğu denize düşene kadar beklenir :-) Özellikle Rusya gibi soğuk bir ülkenin içine dahil olduğundan, bu özelliğinden çokça yararlanılır.
Kırım'ın başkenti = Simferofol
Uğranacak Şehirler = Yalta, Aluşta, Alupka, Bahçesaray, Falaklava, Feodosya, Kerç, Koktebel, Sivastopol, Simeiz, Sudak, Novyi Svit,  Yevpatorya...
Anlayacağınız, küçücük yerde, doluu gezilecek yer. Cennet gibi bir bölge yani. <3
İyi gezmeler...

Ebru ve Şiirler

Ebru sanatı nedir, nasıldır bilir misiniz,

Sudaki desenleri, izler de sever misiniz? 
Akıp gidiyorlar adeta, bu bir harika!
Tıpkı sonu gelmez, ahenkli bir şiir gibi vallaha!

Ebruda ortaya çıkan, harika bir eserdir,
Şiirde ortaya çıkan, harika bir emeldir,
Her ikisinin de sonucu, birbirinden güzeldir.
Kelime ve renkler, suda akıp giderler,
Gönlümüzden kopandır, ortaya çıkan eserler.


5 Haziran 2015 Cuma

Bi'şeyler Oluyor!

 Bi'şeyler hayatımıza o kadar çok girmiş ki, onlardan kurtulmamız kolay olmayacak.
 Bi'terapi
+ Öncelike hiç bi'şey düşünmeniz gerekiyor. Düşüncelerinizden kurtulmak için, bi'şey demeyin.
+ Şimdi ise beni dinleme zahmetine katlanmayın. Beyninizi boşaltın. Beyniniz eğer bi'şey doluysa, işimiz uzun sürecek demektir.
# Beyninizi boşaltmak için, bu madde işareti yerine neden # koyduğumla ilgili bi'şey düşünün. 
+ İşe yaramadı mı? O zaman daha fazla bi'şeyler yapıp beni yormayın.

-Şişşşt, kızım! Orada bi'şeyler mi oluyor?
-Hayır anne!
Yarım saat sonra;
-Şişşt, kızım! Orada bi'şeyler mi oluyor?
-Hayır anne!
-Oluyor oluyor!
-Olmuyooor!
-Bi'şeyler oluyor!
-Sana bi'şeyler oluyor!
(İçimden) Offf, bir kişiye daha mı terapi uygulayacağız? En iyisi yeni teknik deneyelim.
(Dışımdan) Bak şimdi bi'şeylerden kurtulmalısın. Öncelikle kurtulman gerektiğine inan! Sonra da bi'şey yerinde birşey de ve bir ile şeyi bir şey şeklinde ayrı yaz. 

Notlarımdan;

Hayat, akıp gidiyor. Akıp giderken bazen üzüntülerimizi alıp, umut ve neşe bırakıyor, bazen de umut ve neşeyi alıp, üzüntüler bırakıyor. Kimilerinin duyguları çok değişkendir, kimilerinin ise değişmesi için zaman gerekir. Zamanın karşısında durmak yıpratır insanı, fıtratına aykırıdır. Eğer zamana uyum sağlarsak, teslim olursak zamana, zaman uyu içerisinde bize teslim olur, baş kaldırmaz.

Mutfakta Kaçak Var!

 Gönül Hanım, büyük tencereyi aldı. Nohutların bulunduğu kabın ağzını açtı. Tam dikmiş, döküyordu ki küçük afacanlar birden mutfağa dalıverdi. Gönül Hanım, onları kızgın bakışlarla süzdü. Afacanlar, hala birbirlerine işaretler yapıp yapıp gülüyorlardı. Gönül Hanım, kızgın bir sesle;
-Bu evde aşırıcılık yasak! Asla! dedi.
 Ardından da tehditkar bir bakış fırlatıp topuklu ayakkabılarının koridorda çıkardığı seslere aldırmadan kilere yöneldi. Kilerde onu bekleyen sürprizden haberi yoktu.
 Domates almak için sebzeliği açtı. Getirdiği plastik kaba birkaç domates koydu. Sol elinin işaret ve orta parmaklarını çenesine koyarak düşündü, hesap yaptı. Ardından içsel olarak abur cubur dolabının kapağını açtı. Gördüğü manzara karşısında açılmış ağzını, sağ eli ile kapattı.
 Dolaptaki çikolatalı toptop poşeti bomboştu. Bisküvilerin yerinde yeller esiyordu. Jelibonlar kuş olup uçmuştu. Meyveli gazozlar ise sanki hiç oraya konulmamıştı. Üstelik hepsini daha dün yeni almış, kendi elleriyle dolaba yerleştirmişti. Yerleştirirken Azra ve Ayla da görmemişti. Daha doğrusu, o öyle sanıyordu. Demek ki afacanlar, görmüşlerdi. Bu olay onların başının altından çıkadıysa, diye düşündü.
 Topuklu ayakkabıları "Tak Tak" sesler çıkarırken, hızla mutfağa gidiyordu. Gönül Hanım, mutfağa girdiğinde bomboş bir mutfakla karşılaştı. Afacanlar yine nereye kaybolmuşlardı? Yavaş yavaş evi dolaştı. İkizlerden hiçbir iz yoktu. Ardından tencere tıngırdama sesi işitti. Derhal mutfağa gitti. Sesler hala belli aralıklarla geliyordu ama, tencere dolabında kimse ve eksik tencere de yoktu. Bütün mutfak dolaplarını teker teker aradı. Ne Azra'dan, ne Ayla'dan, ne de kayıp abur cuburlardan iz yoktu.
 Ayla ve Azra, abur cuburları yerleştiren annelerini gizlice gözlemişlerdi. Onun sert tavırları bile onları yıldırmaya ve vazgeçirmeye yetmiyordu. Eve gelen misafirlerin yarattığı kargaşadan yararlanarak bunları almışlardı. Bundan sonra da yeni bölgelerine götürmüşlerdi. Burası, Gönül Hanım'ın buz dolabının arkasına koyduğu dev kazanın içiydi. Burası hem serin, hem de birkaç düzenleme sonrasında rahat, ayrıca özellikle kızgınken hiç akla gelmeyecek bir bölgeydi.
 Anneleri kilere gidince, çok dar aralıktan kazana ulaşarak içine girmiş, daha sonra da büyük bir neşeyle kazanı tıngırdatmaya başlamışlardı. Bir yandan da atıştırıyorladı. Her ne kadar Gönül Hanım karşı çıksa da, bu hep böyleydi.

Şaşırtan Bilgiler

+ Mavi balinalar uç uca uzanmış 16 insan kadar uzun olabilir.
+ Amerika'da yaşayan bir mantarın kökleri, yer altında kilometrelerce alanı kaplar.
+ Bir sürahi deniz suyunda on binlerce yaşam çeşidi bulunabilir.
+ Yaşayan en uzun boylu canlı, Kaliforniya'da bulunan, 115 metreden yani 63 insan boyundan daha uzun olan bir Sekoya ağacıdır.
+ Bedenimizde 50 ile 100 milyon kere milyon arasında hücre bulunur.
+ Bir damla kanda 250 milyondan fazla hücre bulunur.
+ Yalnızca insan bedeninde 200'den fazla hücre çeşidi bulunur.